Yanlış Tedavi (Doktor Hatası) Nedeniyle Tazminat Alınır mı | Mil Hukuk & Danışmanlık

Yanlış Tedavi (Doktor Hatası) Nedeniyle Tazminat Alınır mı

  • Anasayfa
  • Yanlış Tedavi (Doktor Hatası) Nedeniyle Tazminat Alınır mı

Yanlış Tedavi (Doktor Hatası) Nedeniyle Tazminat Alınır mı

Doktor hatası, hekimin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranarak kast veya ihmali davranışla hastaya zarar vermesi hekimliğin kötü uygulanması Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle hastanın zarar görmesi anlamına gelmektedir. Dok

Yanlış Tedavi (Doktor Hatası) Nedeniyle Tazminat Alınır mı

İçindekiler

Doktor Hatası Nedir? Doktor Hatası Tazminat Davası

Doktor hatası, hekimin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranarak kast veya ihmali davranışla hastaya zarar vermesi hekimliğin kötü uygulanması Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle hastanın zarar görmesi anlamına gelmektedir. Doktor hatası Türk Tabipler Birliği Hekimlik Meslek Etiğinin 13. maddesinde Hekimliğin Kötü Uygulanması (Malpractice) olarak tanımlanmıştır. Ama asıl önemli soru doktor hata yaparsa ne olur? İşte bunun cevabını aşağıda ayrıntılı olarak açıklayacağız. Doktor hata yaparsa, bu hata tazminat gerektiren türden bir doktor hatası olup da komplikasyon niteliğinde değilse, hatta ve hatta komplikasyon olsa dahi aydınlatma yükümlülüğü yerine getirilmeyip de komplikasyonlar ile ilgili hastaya bilgi verilmediyse, yapılacak tıbbi müdahalenin sonuçları ve nasıl yapılacağı kullanılacak ilaçlar ve sair hakkında açıklamalarda bulunulmamışsa sorumluluk hukuku gereği uygun bir tazminata hükmedilebilecek ve hem doktora hem de tıbbi müdahalenin yapıldığı hastaneye tazminat davası açılabilecektir. Konu hakkında idari davalar için ve özel hukukta açılacak tazminat davaları için idari dava avukatına yahut tazminat davası avukatına danışmanızı önemle tavsiye ederiz. Doktor hatası ve ihmalleri; yanlış tedavi, yanlış teşhis, aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi, yanlış taraf cerrahisi, özen yükümlülüğüne aykırılık sebebiyle hastanın zarar görmesi ve benzeri hususlardır. Unutmayın doktora açılacak dava, özel hastanede mi, devlet hastanesinde mi yoksa özel muayenehanede mi tıbbi müdahale yapıldığına göre değişkenlik gösterecektir. İşte buna göre de doktora açılacak davanın hangi mahkemede açılacağı hususu da farklılık teşkil edecektir. Bu sebeple idari mahkemelerde açılacak tazminat davası (idari eylemlerden kaynaklı tam yargı davası) ile özel hukuk hükümlerine göre açılacak maddi ve manevi tazminat davası birbirinden ayrı özellikler barındıracaktır. Aşağıda da açıkça belirteceğimiz üzere hukuka uygun tıbbi müdahale üç unsuru taşımalıdır. Bunlar endikasyon şartı, hekim tarafından gerçekleştirilen bir tıbbi müdahale ve aydınlatılmış rızanın alınmasıdır. Doktora dava açılırken bu tür davalar zaten tazminata ilişkin olduğundan dolayı özel hukuk normları ile idari yargılama usulü normlarını iyi bilmek gerekmektedir. Hangi olay maddi tazminata yol açmış, hangi doktor hatası sebebiyle acı, elem keder duyulmuş ve yaşam sevinci kaybedilmiş de manevi tazminat ortaya çıkmış iyi izah etmek şarttır. Bunun dışında doktor hatası tazminat davalarında bilirkişi raporları tabi ki de bu davaların bel kemiğidir. Dosyayı güzelce hazırlayıp davayı açtınız diyelim. Yargılama sürecinde talepleriniz doğrultusunda tabi ki dosya bilirkişiye tevdi edelecek ve oradan rapor aldırılacaktır. Alınan raporun isteğinizi karşılamaması, hukuka ve denetime elverişsiz olması durumunda itiraz edecek ve yeni bir rapor aldırılmasını talep edebileceksiniz. Ayrıca aydınlatma yükümlülüğünün gerçekleşmemiş olması durumu da yapılan tıbbi müdahalenin hukuka aykırı bir müdahale olmasına sebebiyet verebileceğinden dolayı, itirazlarda yükümlülüğe aykırılığın da değerlendirilmesinin istenmesi kaçınılmaz olacaktır. Bundan dolayıdır ki davaların alanında uzman avukatlar ile takip ettirilmesi davanın süreci bakımında daha uygun olacaktır. Doktora tazminat davası dediğimizde alınacak tazminat miktarı da kusurun ağırlığına göre değişecektir.

Doktor hatası sonucu sadece yaralanma meydana gelmemekte, ne yazık ki istenmeyen bir şekilde ölümlerle de karşılaşılmaktadır. Doktor hatası sebebiyle ölüm meydana gelmiş ise bu durumda ölen kişinin mirasçılarının dava açma hakkı olduğu ve maddi manevi tazminat davası açabilecekleri unutulmamalıdır. Cenaze harcamaları, ölüm hemen gerçekleşmemişse tedavi giderleri, ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları zararlar ile manevi zararların tazmini için dava açılabilir. Bu durumda ölenin desteğinden yoksun kalan kişiler ve mirasçıları, hem doktora hem de özel hastaneye yahut devlet hastanesine tazminat davası açabileceklerdir.

Doktor hatası ya da Malpraktis, tıbbi hizmetlerin sunumu sırasında hatalı veya ihmal edilmiş bir tedavinin sonucunda hastaya zarar verilmesi veya ölümüne sebep olunması (örneğin hatalı enjeksiyon sonrası zarar, estetik ameliyat hatası gibi) durumudur. Bu terim, genellikle hekim veya sağlık çalışanlarının, mesleki standartlara uygun olarak davranmadıkları ve bu nedenle hastaya zarar verdikleri durumlarda kullanılır.

BUNU DA BİL; İdari yargıda istinaf hakkında bilgi almak için makalemizi de okumanızı tavsiye ederiz.

Malpraktis davaları, tıbbi hatalardan kaynaklanan zararların tazmini için açılabileceği gibi, hekim veya sağlık çalışanının mesleki yetersizliği veya ihmali nedeniyle cezai sorumluluğunun belirlenmesi için de açılabilir. Bu tür davalarda, hekimin mesleki standartlara uygun davranmadığı, tıbbi hatalar yaptığı veya hastaya gereken özeni göstermediği kanıtlanmak zorundadır.

BUNU DA BİL; Konuya geçmeden önce bilinmesi gereken bir husus da tazminat davası açılmadan önce kanuni sürelerdir. Tazminat davalarında süreler için tazminat davalarında sürenin başlangıcı başlıklı makalemizi okumanızı tavsiye ederiz.

İlgili Makalelerimiz;

Doktor hatası kelimesinin kökeni nedir, tıbbi malpraktis nedir? Doktor hatası, bir sağlık veya tıp uzmanının mesleki standartlardan sapması (ihmalkar bir davranış veya ihmal yoluyla) sonucunda hastanın yaralanmasına neden olan yasal bir eylem nedenidir. Her yıl binlerce kişi tıbbi uygulama hatası ve ihmali sonucu ciddi şekilde yaralanmaktadır. Her doktor, “asla kasten zarar vermeyeceğine” söz verdiği yerde yemin eder. Sizin veya sevdiğiniz birinin tıbbi tedaviye ihtiyacı olduğunda doktorlara, hemşirelere ve diğer tıp uzmanlarına güvenirsiniz. Siz veya sevdiğiniz biri bir tıp uzmanının bakımı altındayken zarar gördüyseniz, bu doktor hatası teşkil edebilir. Doktor hatası ya da tıbbi malpraktis, tıbbi tedavi için bir bakım standardının ihlali anlamına gelir. Bakım standardı, diğer sağlık hizmeti sağlayıcılarının benzer bir durumda başka bir hastaya sağlayacağı genel kabul görmüş bir dizi uygulamayı ifade eder. Bu standarda uyulmaması tıbbi uygulama hatası, doktor hatası olarak kabul edilebilir. Doktor hatası davalarında gerekçeli savunma yapmak oldukça önemlidir. Bir sağlık uzmanı veya sağlayıcısı uygun tedaviyi sağlamayı ihmal ettiğinde, uygun bir önlem almayı ihmal ettiğinde veya hastaya zarar, yaralanma veya ölüme neden olan olaylarda standartların altında tedavi uyguladığında tıbbi uygulama hatası meydana gelir. Bir hastane, doktor veya başka bir sağlık uzmanının belirli bir bakım standardı sağlaması beklenir. Profesyonel, bir hastanın yaşadığı tüm zararlardan sorumlu değildir. Bununla birlikte, sağlık hizmeti sağlayıcısının benzer durumlarda normalde beklenen bakım kalitesinden sapması nedeniyle hastanın zarar görmesi veya yaralanması durumunda yasal olarak sorumludurlar.

Uygun bir bakım standardı sağlayamama: Kanun, sağlık profesyonellerinin belirli standartlara uymasını veya potansiyel olarak ihmal suçlamasıyla karşı karşıya kalmasını şart koşuyor. Bir yaralanma ihmalden kaynaklanır: Bir hasta, sağlayıcının ihmalkar olduğunu hissederse, ancak herhangi bir zarar veya yaralanma meydana gelmezse, iddia edilemez. Hasta, ihmalin yaralanma veya zarara yol açtığını ve ihmal olmasaydı bunun olmayacağını kanıtlamalıdır. Yaralanmanın zarar verici sonuçları olmalıdır: Hasta, tıbbi ihmalden kaynaklanan yaralanma veya zararın önemli bir hasara yol açtığını göstermelidir.

BUNU DA BİL; Yanlış tedavi doktor hatasına ilişkin açılacak davalar devlet hastanesinin sorumluluğunda ise idari eylemlerden doğan tam yargı davası yani devlete karşı açılacak tazminat davası gündeme geleceğinden mütevellit idari eylemlerden doğan tam yargı davası başlıklı makalemizi okumanızı önemle tavsiye ederiz.

Hukuka Uygun Tıbbi Müdahalenin Şartları Nelerdir?

Hukuka uygun tıbbi müdahalenin gerçekleşebilmesi için bazı şartların var olması zorunludur. Bu durumların mevcut olmaması yapılan tıbbi müdahaleyi hukuka aykırı hale getirecek ve ne yazık ki hem hastanenin hem de doktorun sorumluluğu doğabilecektir. Bunun önüne geçmek amacıyla doktorların ve sağlık hizmeti veren kuruluşların yapılan tıbbi müdahalelerde hukuka uygun olarak hareket etmesi hukuki açıdan kendi yararlarına olacağı gibi normlara uyulması ile sağlık hizmeti almaya gelen hastaların da yararına olacaktır. Nitekim doğru, hukuka uygun ve güvenilir sağlık hizmeti en çok bundan yararlananların faydasınadır.

Hukuka uygun tıbbi müdahalenin şartları;

Tıbbi müdahalenin tıp mesleğini icra etme yetkisi bulunan bir doktor tarafından yapılması şartı,

Tıbbi müdahalenin aydınlatılmış rızaya dayanması şartı, (aydınlatılmış rıza hakkında detaylı bilgi için aydınlatılmış rıza, aydınlatılmış onam ve hukuktaki yeri adlı makalemizi okuyabilirsiniz)

Endikasyon Şartı dır. (endikasyon hakkında detaylı bilgi için tıbbi müdahalelerde endikasyon, komplikasyon nedir adlı makalemizi okuyabilirsiniz. 

Tıbbi Müdahalenin Tıp Mesleğini İcra Etmeye Yetkili Olan Kişiler tarafından Yapılması Şartı

Müdahale yeteneğine, bilgisine ve yetkisine sahip olmayan kişiler tarafından gerçekleştirilebilecek bir tıbbi müdahale, müdahalenin gerçekleştirildiği kişi üzerinde büyük etkiler ve sonuçlar meydana getirebilir. Nitekim bu sonuçlar kalıcı zararlar olabileceği gibi ölümle de sonuçlanabilir. İşte bu sebeple tıp mesleğinin icrası ve kişiler üzerinde tıbbi müdahalede bulunma yetkisi doktorlara verilmiştir. Bir doktorun tıbbi müdahalede bulunabilmesi için ya da tam olarak nitelendirmek gerekirse öncelikle tıp fakültesi diplomasına sahip olmak ile belirli tıp bilim dallarında uzman olunmalıdır. Burada önemli olan her doktororun müdahale yapabileceği ancak uzmanlık gerektiren bir alanda acil durumlar gerçekleşmedikçe bu duruma müdahalede bulunamayacığıdır. Nitekim pratisyen bir doktor her doktorun yapabileceği tıp bilimince genel kabul görmüş ve doktorlar tarafından bilinen bir tedavi yöntemini kullanarak teşhis ve tedavi yapabilecekken, uzmanlığı gerektiren bir durumda doktorun hastayı uzman bir doktora yönlendirmesi gerekecektir. Bu durumun aksinin gerçekleşebileceği bir durum ise belirttiğimiz gibi acil müdahalelerdir. Örneğin rahim tahliyesi, önemli cerrahi müdahaleler, röntgen gibi müdahalelerin uzman hekimler tarafından yerine getirilmesi gerekecektir. Bir kişinin doktor olabilmesi ve doktor olarak hastanelerde hizmet verebilmesi için tıp fakültesinden mezuniyet zorunlu olmakla birlikte şekli şartlar da bulunmakta olup bunlar tabipler birliğine kayıt olmak ile doktorluk yapmaya engel hali bulunmamaktır. Ayrıca doktorların tıbbi müdahaleyi gerçekleştirirken tıp bilimi ve mesleğine uygun olarak davranması da gerekmektedir. Yardım ve müdahalelerin gerçekleştirilebilmesi için endikasyon şartının varlığı yanında bu müdahalelerin tıp biliminin verilerine uygun olarak gerçekleştirmesi de zorunludur.

Tıp Öğrencilerinin ve Asistanlarının Yaptığı Tıbbi Müdahaleler Hukuka Uygun mudur?

Doktorluk, hemşirelik, ebelik, diş hekimliği, veterinerlik, eczacılık ve mimarlık eğitim programlarının asgari eğitim koşullarının belirlenmesine dair yönetmelik 3. maddesi gereği tıp eğitimi sonunda mezun olan doktorların yetkililerin gözetiminde yeterli deneyime sahip olmaları gerekmektedir. Yine hemşirelerin de yeterli klinik deneyiminden geçmeleri gerektiği belirtilmiştir. Uzmanlık eğitimi almakta olan doktor da uzmanlık eğitimi boyunca pratisyen bir doktordur. Bu yüzden uzmanlık eğitimi boyunca sadece uzmanlık gerektirmeyen tıbbi müdahaleleri yapabilir. Ancak uzmanlık eğitimi yönetmeliğinde uzmanlık öğrencisinin programda bulunan bütün eğiticilerin gözetim ve denetiminde araştırma ve eğitim yapabileceği düzenlenmiştir. 

Tıbbi Müdahalenin Aydınlatılmış Rızaya Dayanması Şartı

Her kişinin yaşam hakkı ve vücut bütünlüğünün korunması hakkı bulunmakta olup bu haklar vücut üzerinde yapılmak zorunda olan tıbbi müdahalelerin hastanın rızasıyla yapılabilmesini gerektirmektedir. Bu yüzden hastanın rızasının alınması hukuka uygunluk nedenidir. Bu durum hem özel hukuk açısından hem de ceza hukuku açısından son derece önemlidir. Anayasamızın 17. maddesinde "tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz düzenlemesine yer verilmiştir. Rıza tıbbi girişimin ön şartıdır. Biyo tıp sözleşmesinin 5. maddesinde ise sağlık alanında herhangi bir müdahale ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş olarak muvafakat vermesinden sonra yapılabilir şeklinde düzenlenmiştir. Ancak kişiler vermiş olduğu rızaları her zaman geri alabilirler. Doktorlar, diş doktorları yapacakları her türlü tıbbi müdahale için hastanın, hasta küçük ya da kısıtlı ise veli veya vasisinin önceden rızasını almak zorundadırlar. Büyük tıbbi müdahaleler için bu rızanın yazılı olarak alınması şarttır. Medeni Kanunumuzun 24. maddesinde ise kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası ile haklı kılınmadıkça kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır şeklindedir. Hastanın yaşama, kendi geleceğini belirleme bedensel bütünlük ve sağlık haklarını kullanabilmesi doktorun bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmesine bağlıdır. Doktorun vekalet görevini özenle yerine getirmemesi halinde hastanın başlangıçta alınan rızasının da doktorun kusur veya ihmalini ortadan kaldırmayacağı göz önünde tutulmalıdır. Aydınlatma ve aydınlatılmış bir şekilde hastanın rızasını alma doktorun en temel ödevlerinden, yükümlülüklerinden birisidir. Doktor hastasını aydınlatmak zorundadır. Aydınlatma her türlü tıbbi girişimin ön şartıdır. 

Aydınlatmanın Kapsamı Nasıl Olmalıdır?

Hastanın Aydınlatılması (Bilgilendirilmesi) kavramı Hasta Hakları Yönetmeliğinin 15. maddesinde düzenlenmiştir.

Hastaya, Hastalığın muhtemel sebepleri ve nasıl seyredeceği,

Tıbbi müdahalenin kim tarafından nerede, ne şekilde ve nasıl yapılacağı ile tahmini süresi,

Diğer tanı ve tedavi seçenekleri ve bu seçeneklerin getireceği fayda ve riskler ile hastanın sağlığı üzerindeki muhtemel etkileri,

Muhtemel komplikasyonlar,

Reddetme durumunda ortaya çıkabilecek muhtemel fayda ve riskleri,

Kullanılacak ilaçların önemli özellikleri,

Sağlığı için kritik olan yaşam tarzı önerileri,

Gerektiğinde aynı konuda tıbbi yardıma nasıl ulaşılabileceği hususlarında bilgi verilir. 

Aydınlatma tıbbi müdahalenin hukuka uygunluğu bakımından büyük önemi haizdir. Nitekim Yargıtay aydınlatma hususunun tartışılmadığı bilirkişi raporlarını dahi kabul etmemektedir. Bu yüzden bu durumu eksik inceleme olarak nitelendirmektedir. Hastanın bilgilendirilmesinin makul bir süre içerisinde gerçekleştirilmesi uygun olacaktır. Acil bir durum olmadan hemen tedavi uygulanması ya da ameliyat öncesinde kısa bir süre içerisinde aydınlatma, bilgilendirme yapılması hukuka aykırı olacaktır. Genel olarak müdahale aciliyet gerektiriyorsa aydınlatma bilgilendirme yükümlülüğünün kapsamının da daraldığı yaygın bir görüştür. Yalnız hastaya karar vermesi amacıyla uygun bir sürenin verilmesi uygun olacaktır. Hasta Hakları Yönetmeliğinin 18. maddesinde acil durumlar dışında bilgilendirme hastaya makul süre tanınarak yapılır şeklinde hüküm bulunmaktadır. Aydınlatma teşhis aydınlatması, süreç aydınlatması ve risk aydınlatması olarak üçe ayrılarak incelenmektedir. Teşhis aydınlatmasında muayene sonucunda elde edilen bilgiye göre konulan teşhis hakkında bilgi verilmektedir. Süreç aydınlatmasında, tedavi sürecindeki olası gelişmeler ve sonuçları hakkında bilgilendirme yapılır. Risk aydınlatması ise uygulanacak tıbbi müdahalenin konusu biçimi ve olası tehlikeleri konusunda bilgi verilerek rızası alınır. Bu aydınlatma çeşitlerine otonomi aydınlatması ve tedavi yani risk aydınlatmasını da eklemek mümkündür. Otonomi aydınlatması karar aydınlatması olup hastanın kendi geleceğini kendisinin belirlemesi hakkıdır. Aydınlatmanın hangi şekil şartına tabi olacağı konusunda hukukumuzda bir hüküm bulunmamaktadır. Aydınlatmanın kişisel subjektif olması gerekmektedir. Nitekim matbu aydınlatmadan uzaklaşmak ve kullanmamak doktorun ve hastanenin lehinedir. Yargıtay da son zamanlarda verdiği kararlarla bu durumu doğrular nitelikte davranmaktadır. Matbu aydınlatma yapılması doktorun hastayı hangi konularda bilgilendirdiği kişinin yeterli derecede aydınlatılıp aydınlatılmadığı hususlarında yeterli delil sağlamamaktadır. Aydınlatmanın anlaşılır olması gerekmektedir. Aydınlatmanın, bulgular ve teşhis konusunda, tedaviyle ilgili, tedavi süreci ve sonrası hakkında, ilaç ve tıbbi malzemeler hakkında yapılmalıdır. 

Aydınlatma Yükümlüsü Kimdir?

Aydınlatmanın kural olarak tedaviyi üstlenen hekim tarafından yapılması gerekmektedir. Doktorun bu yükümlülüğünü başka bir doktor vasıtasıyla yerine getirmesi de mükündür. Ancak aydınlatma yükümlülüğü kendisine devredilen doktorun aydınlatmayı kanuna uygun olarak yeterli bir şekilde yapmaması ile tedaviyi yapmakla yükümlü olan asıl doktor sorumluluktan kurtulamayacaktır. Hasta hakları Yönetmeliğinin 18. maddesinde hasta tıbbi müdahaleyi gerçekleştirecek sağlık meslek mensubu tarafından tıbbi müdahale konusunda sözlü olarak bilgilendirilir. Bilgilendirme ve tıbbi müdahaleyi yapacak sağlık meslek mensubunun farklı olmasını zorunlu kılan durumlarda bu duruma ilişkin hastaya açıklama yapılmak suretiyle bilgilendirme yeterliliğine sahip başka bir sağlık meslek mensubu tarafından bilgilendirme yapılabilir. Hemşirenin aydınlatma yükümlülüğü bulunmamaktadır. Anestezinin uygulanacağı hallerde anestezi hekiminin de anesteziye ilişkin aydınlatmada bulunması gerekir. 

Aydınlatma Ne Zaman Yapılmalıdır?

Aydınlatmanın ne zaman yapılması gerektiğine yönelik hukukumuzda kesin bir süre belirli olmamakla birlikte makul bir süreden bahsedilmiştir. Ancak aydınlatmanın ne erken ne de çok geç olmaması gerekir. Doktor aydınlatma konuşmasını baskı altında yapmamalı hastasının rızasını da baskı altında almamalıdır. Makul süreden kasıt aydınlatmanın hukuka aykırı olmadan yapılmasını sağlamak ancak tedavi süresinin de aksatılmasını engellemektir. Acil bir durum söz konusu olmadığı sürece hastaya karar vermesi için makul ve uygun bir süre verilmelidir. 

Aydınlatmada İspat Yükü Kimdedir?

Hasta ile doktor arasındaki ilişki haksız fiil sorumluluğunu gerektiren bir sorumluluk olduğunda da sözlemeye dayanan sorumluluklarda da aydınlatmanın hukuka uygun olarak yapıldığının ispat yükü doktordadır. Bu durum hukuki sorumluluk için geçerli olan bir durumdur. Cezai sorumluluk bakımından ise ceza yargılamasında re'sen araştırma ilkesi bulunduğundan dolayı ve delil serbestliği ilkesi gereği ispat bakımından doktora yüklenmiş bir yükümlülük yoktur. 

Aydınlatma Yükümlülüğünün Yerine Getirilmemesinin Sonuçları Nelerdir?

Hastanın rızasının hukuka uygun kabul edilebilmesi için otonom aydınlatması kapsamında yeterince bilgilendirilmiş olması şarttır. Tıbbi müdahalenin nasıl yapılacağı, ne gibi risklerle ve komplikasyonlarla karşılaşılacağı, ne gibi sonuçlar elde edileceği gibi konularda bilgilendirilmeden aydınlatılmadan ortaya çıkartılan rıza hukuka aykırıdır. Ayrıca aydınlatma yükümlülüğünün ihlali, kişilik haklarının da ihlali niteliğindedir. Eğer kabul aydınlatması doktor tarafından yerine getirilmez ya da eksik yerine getirilirse hastanın verdiği rıza iradesinin sakat olması gereği yapılan tıbbi müdahale hukuka aykırı sayılacaktır. Ancak yapılan tıbbi müdahalenin hukuka aykırı olması için tali aydınlatmaların değil otonom yani karar aydınlatmasının tam olarak yapılmaması gerekir. Aydınlatmanın hukuka aykırı olması doktorun hekimin mesleki sorumluluğunu ortaya çıkartacaktır. Anlaşılacağı üzere hastanın rızasının tam olarak aydınlatılmadan otonomi aydınlatması yapılmadan alınması sonucunda yapılan tıbbi müdahale hastanın lehine sonuç doğursa dahi doktor hukuki ve cezai olarak sorumlu olacaktır. Hatta ve hatta cezai bakımdan kasten yaralama suçundan ötürü hakkında soruşturma dahi başlatılacaktır. Aydınlatma yükümlülüğünün ihlal edilmesi durumunda eğer koşullar oluşmuşsa hekimin tazminat sorumluluğu da ortaya çıkabilmektedir. Zira Yargıtay da vermiş olduğu kararlarda hastanın aydınlatılmasının yapılmaması durumunda doktoru ve hastaneyi tazminata mahkum etmiştir. 

Aydınlatma, Bilgilendirme Yükümlülüğünün İstisnaları Nelerdir?

Acil tıbbi müdahaleler,

Aydınlatmanın, bilgilendirmenin tedaviyi olumsuz etkileyebilecek olması,

Hastanın aydınlatma hakkından vazgeçmesi,

Hastanın aydınlatılacağı hususlarla ilgili olarak bilgisinin bulunması,

Aydınlatmanın uygulanamaz hale gelmesi,

Risk aydınlatmasında riskin çok fazla olmasıdır.

Tıbbi Müdahaleye Rıza Gösterilmemesi Durumunda Ne Yapılmalıdır?

Eğer tıbbi müdahalede bulunulacak hastanın bilinci açık, reşit ve rıza ehliyetine sahip olduğu bir ortamda hastanın rızası alınmadan ya da hastanın bilerek ve isteyerek rıza vermemesi durumunda doktor zorla tıbbi müdahalede bulunursa bu müdahale sonucunda hasta iyileşse bile yapılan müdahale hukuka aykırıdır. Eğer hasta tüm şartların gerçekleşmesine karşın rıza vermiyorsa müdahalede bulunacak doktorun kendisini güvence altına alması için bu durumu kanıtlaması ispatlaması şarttır. Bu durumun yani hastanın rıza vermemesi durumunun ortaya çıkartılması için hastanın bilgilendirildiği, rıza vermemesi durumunda hangi sonuçların ortaya çıkacağı hususlarının anlatıldığı bir yazılı belge hazırlanmalı ve sonuçların bilinmesine karşın tıbbi müdahalenin kabul edilmediği yazılarak hastaya imzaltılmalıdır. Tanık olarak hastanın yakını varsa ona da bu belgenin imzalatılması yararlı olacaktır. 

Hasta ve yakınları tıbbi müdahaleyi kabul etmediği gibi yukarıda belirtmiş olduğumuz yazılı belgeyi imzalamaktan imtina ederlerse bu durumda doktor ve birkaç sağlık çalışanı yaşanılanların yer aldığı bir tutanak tutmalı, durumu açıklamalıdır. 

Aydınlatılmış Rızanın Şekli Nasıl Olmalıdır?

Aydınlatılmış rızanın, önemli tıbbi girişimler için veya kanunda açıkça belirtilen bazı hallerde yazılı olarak alınması gerekmektedir. Bilgilendirmenin yani aydınlatmanın şekli konusunda kanunda sınırlayıcı bir kural bulunmamakla birlikte ispat açısından aydınlatmanın da yazılı olarak yapılması tarafımızca önerilir. Tazminat hukuku bakımından hem haksız fiil sorumluluğunda hem de sözleşmesel sorumluluklarda aydınlatılmış rızanın alınıp alınmadığının ispat yükünün doktorda olduğu kabul edilmektedir. Yargıtay da vermiş olduğu kararlarda ispat yükünün davalı doktorun veya sağlık kuruluşunun üzerinde olduğunu karar altına almıştır. Ceza hukuku bakımından ise ceza yargılamasında delil serbestisi ilkesi gereği vicdani delil sistemi geçerlidir. Hakim; iddia makamı, sanık ve katılanın ileri sürdüğü delilleri inceleyerek vicdani kanaatine göre karar verir. Ceza yargılamasında ipat yükümlülüğü yoktur. Bütün deliller re'sen mahkeme tarafından toplanır ve incelenir. Re'sen araştırma ilkesi geçerlidir. 

Hukuka uygun bir aydınlatılmış rızadan bahsedilebilmesi için hastanın rızasının yeterince bilgilendirilerek alınması gerekmektedir. Tıbbi müdahalenin ne şekilde yapılacağı, hangi sonuçların elde edileceği, ne gibi riskler ne gibi komplikasyonlarla karşılaşılabileceği konularında bilgilendirilmeden elde edilen rıza hukuken geçerli kabul edilmemektedir. Unutulmamalıdır ki aydınlatılmış rıza, bilgilendirme yükümlülüğünün ihlal edilmesi, tedavi sözleşmesinin hükümleri bakımından sözleşmeye aykırılık, haksız fiil hükümleri bakımından ise kişilik haklarının ihlalini oluşturmaktadır. Hekim aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmez ve hastanın aydınlatılmış rızasını, aydınlatılmış onamını almaz ise, hastanın iradesini olumsuz etkilemiş ve hukuken geçersiz sayılmasına yol açılmış olur. Bu durumda yapılan tıbbi müdahale de hukuka aykırı olacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken durum hekimin genel bir aydınlatmayı yapmaması değil karar aydınlatmasını, otonomi aydınlatmasını yerine getirmesi yükümlülüğüdür. Aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi doktorun mesleki olarak kusurlu olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Bilgilendirme yükümlülüğünün, aydınlatılmış rıza yükümlülüğünün ihlali halinde koşulların gerçekleşmesi halinde tazminat sorumluluğu doğmaktadır. Örneğin tıbbi müdahale sonrası şoka girip çeşitli başka müdahaleler görmek zorunda kalan hastanın, komplikasyonlar konusunda aydınlatılıp aydınlatılmadığının araştırılması istenmiş, hekim tarafından komplikasyonlara (izin verilen risk) ilişkin bilgilendirme yapılıp rıza alındığına dair ispat yapılamadığından dolayı hekim aleyhine tazminata hükmedilmiştir. Yine burun estetiği ameliyatıyla ilgili olan bir kararda da, ameliyatın riskleri konusunda bilgilendirme yükümlülüğünün yerine getirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Gerektiği gibi bilgilendirilerek hastanın aydınlatılmış rızasının, karar rızasının alınması yapılan tıbbi müdahaleyi hukuka uygun hale getirmektedir. Ancak doktor, hastanın verdiği rızanın sınırlarını aşmadan tıbbi müdahalede bulunmalıdır. Belirlenmiş bir tıbbi müdahale için rıza alınmışken rızasının alınmadığı bir hususla ilgili olarak girişimlerde bulunulması hukuka aykırı olacaktır. Hastanın verdiği rıza tıbbi müdahalenin gerektirdiği sürecin devamı olan ve zorunlu sayılabilecek rutin işlemleri de kapsamaktadır. Tıbbi müdahalenin hastanın vermiş olduğu rızanın sınırları içerisinde olmalıdır. Yapılan tıbbi müdahalenin genişletilmesi gereği doğduğunda, müdahale genişletilmediği takdirde hastanın bir organının kaybına veya fonksiyonunu ifa edemez hale gelmesine yol açabilecek tıbbi zorunluluk halinde rıza aranmaksızın tıbbi müdahale genişletilebilecektir. 

Tıbbi Müdahalelerde Endikasyon Şartı Nedir? 

Endikasyon en kısa tanımıyla tıbbi gereklilik, tıbbi zorunluluk olup doktorun teşhis tedavi veya korunmak gayesi olmaksızın hastanın talebine uyarak ya da diğer sebeplerle akli veya bedeni mukavemetini azaltacak herhangi bir şey yapamayacağı durumdur. Teşhis tedavi ya da korunma amacı olmaksızın ölüme ya da hayati tehlikeye yol açabilecek ya da vücut bütünlüğünü ihlal edebilecek veya akli veya bedeni mukavemeti azaltablecek hiçbir şey yapılamaz ve talep edilemez. Endikasyon şartı doktorun tıbbi müdahalesini hukuka uygun hale getiren bir şarttır. Önceleri endikasyon olmadan tıbbi müdahalede bulunulamayacağı gerçeği mevcut iken şimdilerde estetik kaygılar ve bunun sonucu olan estetik ameliyatlar gereği endikasyon şartı evrilmiştir.  Bu durumda tıbbi endikasyonların yanında sosyal endikasyon ve psikolojik endikasyon kavramları da ortaya çıkmıştır. Örneği endikasyon şartı gerçekleşmemesine karşın sünnet olunması dini gereklilikler gereği olmakta bu durumda sosyal endikasyon ortaya çıkmaktadır. Sünnet olunması endikasyon şartı olmamasına karşın yapılan tıbbi girişimi hukuka aykırı hale getirmeyecek çünkü sosyal endikasyon ortaya çıkmış olacaktır. Psikolojik endikasyon ise tabiki estetik kaygılar sebebiyle yapılan ameliyatlar açısından ortaya çıkmaktadır. Nitekim kişinin herhangi bir tıbbi müdahaleyi gerektirecek ağrısı ya da hastalığı olmamasına rağmen psikolojik gereklerle burun ameliyatı olup estetik yaptırabilmekte, göğüslerini büyütebilmekte ve endikasyon olmas da yapılan müdahale hukuka aykırı olmamaktadır. 

Kaynaklar;

HAKERİ,Hakan, Tıp hukuku, seçkin yayıncılık Eylül 2015
EROL, Gültezer, Özel hastanelerin Hukuki Sorumluluğu, seçkin yayıncılık Nisan 2015
GÖKCAN,Hasan, Tıbbi Müdahaleden Doğan Hukukui ve Cezai Sorumluluk, Seçkin yayıncılık Nisan 2017

Doktor Hataları ve İhmalleri Nelerdir?

Tıbbi hata türleri;

  • Aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi nedeniyle tıbbi hata,
  • Teşhis veya tanı hatası,
  • Tedavi uygulanması ve yöntemine ilişkin tıbbi hatalar,
  • Tedavi yönetimine ilişkin tıbbi hatalar,
  • Tedaviyi üstlenme hatası,
  • Sağlık kurumunun organizasyonuna ilişkin tıbbi hatalar,
  • Tedavi hizmetinin organizasyonuyla ilgili tıbbi hatalar,
  • Tedaviden kaçınma ya da gecikme sebebiyle tıbbi hatalar.

Doktorun Tedavi Garantisi Yasağı

Doktorluk mesleğinin yerine getirilmesinde anayasamızda da temellerinin yer aldığı tedavi özgürlüğü bulunmakta olup bu durum tıp hukuku kapsamında da ele alınmaktadır. Mesleki özgürlükte hastaya tedavi uygulanıp uygulanmaması konusunda karar verecek olan kişi doktordur. Hekim, tıp bilimiyle çelişen tedavi yöntemlerinin uygulanmasına zorlanamayacağı gibi farmakolojik bir tedaviyi uygulama sırasında vicdanıyla çelişen yöntemleri uygulamakta baskıya maruz bırakılamaz. Doktor, hekim kendisi için en uygun olanı, aklına ve vicdanına yatan en uygun tedavi yöntemini, tıp biliminin gerekleri doğrultusunda seçmekte ve bu tedaviyi uygulamakta serbesttir. Tedavi özgürlüğü ile anlaşılması gereken; hekim tedaviyi gerçekleştirirken istediği yöntemi seçme özgürlüğüne sahip olması durumudur. Burada hekimi sadece tıp doktoru olarak ele almak, kavramı daraltacağından, diş tabiplerini de kapsam içerisine almak doğru olacaktır. Tabip ve diş tabibi, sanat ve mesleğini icra ederken hiç bir tesir ve nüfuza kapılmaksızın vicdani ve mesleki kanaatine göre hareket eder. Tabip ve diş tabibi, tatbik edeceği tedaviyi tayinde serbesttir. Nitekim Lizbon Bildirgesinde hastalar hiçbir etki altında kalmadan özgürce klinik ve etik karar verebilen hekim tarafından bakılabilmelidir demektedir. Yalnız tüm bu yazılanlardan hekimin tedaviyi garanti etmesi gerektiğini çıkarmak yanlış olur çünkü hekimin, doktorun tedaviyi garanti etmesi yasaktır. Her ne kadar hekim yukarıda da değindiğimiz gibi tedavi özerkliğine sahip olsa da bu durum, tedavi garantisi verebileceğini göstermemektedir. Nitekim Tıbbi Deontoloji Nizamnamesinin 13'üncü maddesinde; tabip, diş tabibi, ilmi icapları uygun olarak teşhis koyar ve gereken tedaviyi tatbik eder. Bu faaliyetlerinin mutlak surette şifa ile neticelenmemesinden dolayı, deontoloji bakımından muaheze edilemez düzenlemesine yer verilmiştir. Burada önemli olan husus hasta ile hekim arasındaki ilişkinin iyi tespit edilmesinden geçmektedir. Zira hasta ile hekim arasındaki ilişki vekalet sözleşmesinden süregelen bir hasta vekil ilişkisidir. Vekil, iş görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden değil de bu sonuca ulaşmak için yaptığı uğraşların özenle görülmemesinden sorumludur. Doktorun hastaya karşı hak ve yükümlülükleri vekillik görevini özenle yerine getirmektir. Bir hasta ile onu tedavi eden doktor arasındaki ilişki, vekalet sözleşmesinin konusunu oluşturur. Doktor, hastasına tıbbi yardımda bulunmayı taahhüt eder; ancak, hastayı iyileştirme gibi bir sonucun taahhüdü, vekalet sözleşmelerinde söz konusu olamaz. Hasta ölse dahi, tıbbi yardımda bulunan doktor yaptığı yardımın karşılığı olan ücrete hak kazanır ve kusuru dışında sorumlu olamaz. Eser (istisna) sözleşmelerinde ise, sadece bir hizmette bulunmak değil, aynı zamanda "eser" denilen olumlu-olumsuz bir sonucun taahhüdü söz konusudur. Sonuç gerçekleşmezse, meydana gelen zarardan yüklenici sorumlu olur. Bir diş doktorunun, kanal tedavisi değil de, takma diş yapması (protez) işi ve bir cerrahın tedavi değil de güzellik amacıyla insan vücudu üzerindeki tıbbi müdahalesi  işi, BK.nun 470 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş bulunan istisna (eser) sözleşmesinin konusunu oluşturur. Eser sözleşmesi uyarınca doktorun tedavi niteliği olmayan tıbbi müdahalede bulunması ifa yönünden, yeterli değildir. Yaptığı işin, hangi yöntemi kullanırsa kullansın ayıpsız (kusursuz) olarak ortaya çıkması da gerekir. Örneğin hastanın kolundaki dövmeyi estetik amaçla silmek için müdahalede bulunan doktor, aynı zamanda, izi tamamen yok etmeyi de, eser sözleşmesinin niteliği itibariyle taahhüt etmiş sayılır.  Aksi bir durumun ortaya çıkması yapılan iş bakımından, BK.nun 475. maddesi gereğince, kabule icbar edilemeyecek derecede ayıplı bir iştir.

Yukarıda değindiğimiz hususlar çerçevesinde hekimin tedaviyi garanti etmesi yasak olsa da bu durumun istisnasını eser sözleşmesi niteliğindeki tıbbi girişimler oluşturmaktadır. Hasta doktor arasındaki ilişki vekalet ilişkisi olarak sayılsa da estetik kaygılardan kaynaklanan ve vekalet ilişkisinin değil eser sözleşmesi gereği sonucun taahhüt edildiği bir ilişkinin ortaya çıkması durumunda hekimin ayıplı sonuçtan sorumluluğu yani Estetik Ameliyatlarda Doktor Hatası doğacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken doktor ve hasta arasındaki ilişkinin vekalet sözleşmesine dayansa da yapılan müdahalenin kapsamıdır.

Yanlış Teşhis Koyan Doktora Dava Açılır mı?

Doktor hatası ya da genel yaygın bilinen adıyla tıbbi uygulama hatası; kötü ifa olarak adlandırılmakla birlikte; bilgisizlik, deneyimsizlik veya ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi doktorluğun, hekimliğin kötü uygulanması olarak tanımlanmaktadır. Tıbbi uygulama hataları sebebiyle oluşabilecek zararların, kusuruyla zarara yol açan kişi tarafından karşılanması hukuk gereğidir. Nitekim tazminat sorumluluğunun doğabilmesi için öncelikli olarak kusurlu bir davranışın bulunması ile birlikte bu kusurlu davranış sonucunda karşı tarafta bir zararın doğması gerekmektedir. Kusur ve zarar haricinde kusurlu davranış ile zarar arasında bir illiyet bağı yani sebep sonuç ilişkisinin varlığı da tazminat sorumluluğu için olmazsa olmaz unsurlardandır. Yine tazminat sorumluluğunun doğabilmesi için bu kusurlu davranışın hukuka aykırı bir davranış da olması kaçınılmazdır.

Bu sebeple tazminat sorumluluğunun; kusurlu ve hukuka aykırı bir fiil ile başkasına zarar veren kişi üzerinde bırakılması kanun gereğidir. İşte tıbbi uygulama hataları sonucunda oluşacak zararlardan sorumluluk da kendisini özel hukuk alanında tazminat olarak ortaya çıkartacaktır. Tıp hukukunda doktor hatalarından, hekimin sorumlu tutulabilmesi için yapılan müdahalenin kanuna aykırı olması gerektiği gibi müdahale sonucunda oluşacak ve ortaya çıkabilecek sonuçların da komplikasyon özelliği göstermemesi gerekmektedir. Nitekim komplikasyon; izin verilen risk olup, kusur bulunmaksızın oluşan öngörülemeyen öngörülse dahi önlenemeyen istenmeyen zararlı sonuçlardır. Öyleyse meydana gelen vakıada tıp hukukuna aykırılık meydana gelip gelmemesi zararlı sonuca sebebiyet veren olayın komplikasyon olup olmaması ile de ilişkilidir.

Tıbbi müdahaleyi gerçekleştiren doktor, hastasına hem teşhis hem tedavi hem de ameliyat sonrası gelişen komplikasyonlarda hastanın zarara uğramaması için gerekli önlemleri almak zorunda olup bu önlemleri almasına karşın sonuç meydana geldiyse bu durumda sorumluluğundan bahsedilemez. Malpraktis davalarında tazminat sonucuna ulaşılabilmesi için kusurun belirlenmesi durumu ve olayın içeriğinin uzmanlık gerektiren bir durum olması açılan davalarda dosyaların bilirkişiye gönderilerek rapor tanzim edilmesine zemin hazırlamaktadır. Bu sebeple bu gibi davalarda bilirkişi raporu tazminata erişim için en temel noktalardan birisidir. Bilirkişi raporlarında davacıya uygulanan teşhis ve tedaviye yönelik iş ve işlemlerin nelerden ibaret olduğu olması gerekenler ile yapılanlar kıyaslanarak özellikle davacıda gelişen durumun komplikasyon mu yoksa hekim hatası mı olduğu hususu belirlenmeli, hekim hatası bulunduğu kanısına varıldığı takdirde aydınlatılmış onam formunda bu komplikasyona yer verilip verilmediğinin  araştırılması gerekmekle birlikte ve komplikasyon sonucunda komplikasyon yönetiminin tıbbi standartlara uygun olup olmadığı tespit edilmelidir. 

Tıbbi Müdahalelerde Endikasyon, Komplikasyon Nedir?

Tıp mesleği ile uğraşmaya yetkili bir kişi tarafından hasta adı verilen kişiye bir hastalığını veya fiziksel bir kusurunu tedavi etme ya da hastalıktan koruma ya da acılarını giderme azaltma amacıyla yapılan her türlü işlem, faaliyet tıbbi müdahale olarak adlandırılmaktadır. Tıbbi müdahalede bulunmaya kural olarak doktor yetkilidir. Doktorun denetim ve gözetimi altında diğer sağlık personeli de tıbbi müdahalede bulunabilir. Nitekim Hasta Hakları Yönetmeliğinde tıbbi müdahale; tıp mesleğini icraya yetkili kişiler tarafından uygulanan, sağlığı koruma hastalıkların teşhis ve tedavisi için ilgili mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olarak tıbbin sınırları içinde gerçekleştirilen fiziki ve ruhi girişimler olarak tanımlanmaktadır. Tıbbi fiil, eylem ise tıbbi müdahalede bulunma yetkisi buluanan kişilerin hastalığı tedavi etme acısını dindirme veya fiziksel kusuru giderme maksadıyla yaptıkları girişimler olarak tanımlanır. 

Doktorun hastasını tedavi sırasında meydana gelen olumsuz sonuçlar sonucunda ortaya çıkan zararın doktor ya da özel hastane ya da idare tarafından karşılanıp karşılanmaması durumu, yapılan tedavinin doktorun kusur ya da ihmaliyle mi kaynaklandığının tespitine bağlıdır. Bundan dolayıdır ki bazı tanımların önceden bilinmesi gerekmektedir. 

Endikasyon Nedir?

Endikasyon aslında hukuka uygun tıbbi müdahalenin şartlarından bir tanesidir. Öncelikle kısaca belirtmek gerekirse hukuka uygun bir tıbbi müdahalede bulunabilmek için bu tıbbi müdahalenin hekim, doktor tarafından yapılması yani mesleği icra etme yetkisi olması, tıbbi müdahalenin rızaya dayanması, tıbbi müdahalede endikasyon şartının gerçekleşmesi durumlarının kül olarak birlikte bulunması şarttır 2. Aksi durumda tıbbi müdahale sonucunda hasta bir zarar görmese de bu müdahale şartların tamamının oluşmadığı gerçeği karşısında hukuka aykırı olacaktır. Endikasyon ise; (indication) tıbbi müdahalede bulunulabilmesi için tıp bilimi bakımından varlığı gerekli olan bir unsurdur. Tıp bilimi bakımından bir kişiye tıbbi müdahalede bulunulabilmesinin şartı o kişide tedavi gerektirecek bir hastalığın varlığının bulunduğunu gösteren bir semptomun, bulgunun bulunmasıdır. Tıbbi yardım için endikasyonun var olduğunun kabulü zorunludur. Tıbbi gereklilik olarak da adlandırılmaktadır. Bir kişiye endikasyon şartı olmaksızın tıbbi girişimlerde bulunulması, tıbbi girişimlerde bulunan kişinin hukuki ve cezai sorumluluğunu doğuracaktır. Uygulamada hekimlerin, doktorların endikasyon şartı gerçekleşmeden müdahalede bulunması ne yazık ki sorumluluğu kaçınılmaz kılacak ve doktorlar hekimler cezai ve hukuki bakımdan sorumlu tutulacaktır.

Komplikasyon Nedir?

Komplikasyon tıbbi bir girişim veya işlem sırasında oluşan tıp bilimi tarafından tam olarak bilinmesi mümkün olmayan yapısı içinde kusur bulunmaksızın oluşan, öngörülemeyen öngörülse de önlenemeyen, oluşması ihtimali tahmin edilebillen fakat önlenemeyen öngörülse ve önlemler alınsa dahi yine de ortaya ıkan istenemeyen zararlı sonuç, izin verilen risk olarak tanımlanmaktadır. Komplikasyon hastanın ya da doktorun kontorolünde olmayan istenmeyen sonuçar olarak kabul edilmektedir. Doktor göstermesi gereken dikkat ve özeni tamamen göstermiş, elinden gelenin en iyisini yapmış olsa bile beklenmeyen durumlarla karşılaşılabilir. Çünkü bu risklerin çoğu kaçınılmaz özellikler barındırmaktadır. Tıbbi müdahale yapılmadan önce hasta aydınlatılmalı yapılacak olan müdahale hakkında bilgi verilmeli ve rızası alınmalıdır. Hasta, yapılacak tıbbi müdahale ile ilgili aydınlatılmış ve rızası alınmışsa doktor ortaya çıkması beklenmeyen durumlardan ötürü sorumlu olmayacaktır. Bir tıbbi müdahalede bütün riskler önceden göze alınır ve buna göre müdahale gerçekleştirilir. Tüm önlemler alındıktan sonra ortaya çıkan olumsuzluklardan hekim sorumlu tutulamayacaktır Ancak tüm riskler önceden kısmen de olsa tahmin edilmiş ancak bu risklerin önlenebilmesi için önceden teçhizat ilaç vesair el altında bulundurulmamışsa bu durumda tıbbi uygulama hatası yani malpraktis ortaya çıkacaktır. Komplikasyonlar fark edilmez ya da önlemler alınmazsa, izin verilen risk kavramı ne yazık ki malpraktise evrilecektir.

Doktor Hatasının Ortaya Çıkış Şekilleri Nelerdir?

Doktor hatasının ortaya çıkış şekilleri kasten, taksirli davranışla gerçekleşebilmekte olup defansif tıp uygulamarı da tıbbi hatalara sebep olabilmektedir. 

Doktor Hatasının Kasten Meydana Gelmesi

Tıbbi malpraktis kasten meydana gelmesi durumunda doktorun cezai sorumluluğunun da bulunacağı hususunun gözden ırak tutulmaması gerekir. Kast genel bir tanımla neticenin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi durumudur. Tıbba aykırı davranışın neticesinin bilinip istenilerek hareket edilmesi durumunda kusurun türü kast olarak ortaya çıkacak eylem hukuki sorumluluk yönünden haksız fiil sayılacaktır. Bu durumda hekimin cezai sorumluluğunun yanında hukuki sorumluluğu da ortaya çıkacak ve tazminat yükümlülüğü gündeme gelecektir. Ayrıca haksız fiil sorumluluğunun yanında sözleşmeye aykırı bir davranış da ortaya çıkacağı için sözleşmeye aykırılıktan ötürü hukuki sorumluluğa da başvurulabilinecektir. Failn davranışın sonuçlarını bilerek ve isteyerek gerçekleştirmesi ile kast ortaya çıkabileceği gibi olası kasttan da söz edilebilecek durumların bulunduğunu belirtmek gerekecektir. Neticeyi öngören ve temelde böyle bir sonucun ortaya çıkmasını istememekle birlikte olursa olsun diyip neticenin göze alınması ve buna göre icrai davranışların yerine getirilmesi doktorun sorumluluğunun olası kasta dayandığını gösterecektir. Olası kastın varlığında cezada indirim yapılmaktadır. Kasıtlı bir davranışla hastanın sağlığına zarar verilmesi ve hastanın yaralanması durumunda kasten yaralama ya da ölüm halinde kasten öldürme suçu oluşacaktır. Kasten yaralamanın ihmali davranışla işlenebileceği ile kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenebileceği hususları da unutulmamalıdır. 

Doktor Hatasının Taksirle Meydana Gelmesi

Tıbbi malpraktisin tıbbi hatanın özen yükümlülüğüne aykırılık sebebiyle meydana gelmesi durumunda kusurun taksir sebebiyle meydana geldiğinden söz edilmektedir. Nitekim taksir; Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir. Bu durumda taksirli davranışla başkasına zarar veren ya da haklarını ihlal eden fail haksız fiil sebebiyle tazminat sorumlusu olacaktır. Ayrıca sözleşmeye aykırılıktan dolayı da hukuki sorumluluğunun doğacağı hususu unutulmamalıdır. Hasta taksirli bir tıbbi müdahale ile zarar görmüş ise doktor taksirle yaralamadan sorumlu olacak eğer ölüm meydana gelmişse taksirle ölüme sebebiyet vermeden cezai olarak sorumlu tutulacaktır. Doktor neticeyi öngörmesine karşın gerçekleşmeyeceği inancıyla hareketine devam ediyorsa bilinçli taksir bulunmaktadır. Bilinçli taksir durumunda cezanın 3 te 1 inden yarısına kadar arttırılacağı hususu unutulmamalıdır.

Defansif Tıp Uygulamaları Hukuki Sorumluluğa Yol Açar mı?

Defansif tıp uygulamaları hekimlere yöneltilen malpraktis davaları nedeniyle oluşan tazminat sorumluluğunun bir yansıması olarak meydana gelmektedir. Defansif uygulamalar pozitif ve negatif defansif tıp uygulamaları olarak ortaya çıkabilmektedir. Pozitif defansif tıp uygulamalarında doktor tıbbi bir hataya düşmemek için teşhis ve tedaviden uzak ayrıntıları ve ufak riskleri de değerlendirmeye almakta, tıbbi prosedürleri olmaması gereken bir biçimde genişletmekte ve genelde tıbbi bir değeri olmayan tıbbi girişimlerde bulunmaktadır. Pozitif defansif tıbbın bazı yararları olmakla birlikte gereksiz tıbbi girişim yapılması ile hastaya mali ve manevi külfet getirilmekle birlikte endikasyon şartı gerçekleşmeden tıbbi müdahalede bulunulduğundan hukuki ve cezai sorumluluk doğabilecektir. Negatif defansif tıp uygulamalarında ise doktor tıbbi malpraktis ile karşılaşmamamk için yüksek risk taşıyan müdahalelerden kaçınmakta ve hareketsiz kalmaktadır. Yüksek risk taşıyan müdahalelerin yapılmasını gerektiren hastaların kabul edilmemesi ameliyattan kaçınılması ya da hastanın gereksiz bir şekilde başka bir hastaneye sevk edilmesi negatif defansif tıp uygulaması olup doktorun hukuki sorumluluğuna yol açabilecektir. Aslında kaçınılmak istenen sonuca neden olunması durumuyla karşı karşıya gelinilmiş demektir. Riskli bir tıbbi girişimi yapmaktan kaçınılması nedeniyle hastanın zarar gördüğü durumlarda ne yazık ki istenmeyen tıbbi malpraktis sonucuyla yine karşılaşılacaktır. 

Doktor Hata Yaparsa Ne Olur?

Doktora nasıl dava açılır sorusunun cevabı için bazı hukuki durumların gerçekleşmesi zaruridir. Bunlara gelmeden önce ise belirtmekte fayda olduğunu düşündüğümüz bir hususun değerlendirilmesi gerekmektedir. Hukukumuzda tazminatın belirlenmesi yönteminde tazminat bedeli zarardan fazla olamayacaktır. Bu sebeple zarar miktarının belirlenmesi açılacak olan tazminat davalarında öncelikle üzerinde durulması gereken hususlardandır. Örneğin zarar 5 kalem ise mahkeme tarafından 7 kalem tazminata hükmedilmesi gibi bir durum mümkün değildir. Zira tazminat miktarı hiçbir zaman zenginleşme aracı olarak kullanılamaz ve zarardan fazla olamaz. Bu durumu belirttikten sonra tazminata hükmedilebilmesi için gerekli olan hususların dikkatlice analiz edilmesi konusuna gelinebilir. Nitekim tazminat, maddi tazminat ve manevi tazminat olarak ikiye ayrılmıştır. Maddi tazminat kişinin mal varlığında meydana gelen azalma olarak tanımlanabilir. Manevi tazminat ise kişinin yaşadıklarından dolayı acı elem keder çekmesi, manevi boyutta yaşam sevincini kaybetmesi durumudur. Bu durumda doktor hatası sebebiyle açılabilecek tazminat davaları maddi ve manevi tazminat davalarıdır.

Maddi ve manevi kaybın giderilebilmesi için açılacak olan doktor hatası sebebiyle tazminat davalarında tazminata hükmedilebilmesi (haksız fiilden kaynaklı tazminat davaları) için hukuka aykırı bir fiilin bulunması, hukuka aykırıı fiil ile zararın meydana gelmesi, bu zararın meydana gelmesinde hastanenin ya da doktorun kusurunun bulunması ve bu kusurlu davranış sonucunda meydana gelen zarar ile kusurlu fiil arasında illiyet bağının bulunması şartır. Bu hususların bulunmaması durumunda haksız fiil nedeniyle açılan davalarda tazminata hükmedilemeyecek ve davanın reddi yoluna gidilebilinecektir. Bunun üstesinden gelmek için dava açmdan önce sayılan hususların gözden geçirilmesi, tıp hukuku alanında uzman bir kişinin bilgisine başvurulması sonuca ulaşmak amacıyla son derece önemlidir. Ayrıca unutulmamalıdır ki doktorun tazminat sorumluluğuna gidilebilmesi için haksız fiil yerine sözleşmesel sorumluluğuna da gidilebilmektedir. Burada bu ayrımın yapılabilmesi ve bu ayrım neticesinde kazançların ve ispat yükünün belirlenmesi bu davaların uzman bir kişi tarafından yönetilmesini gerektirdiği düşüncesindeyiz. Nitekim insan hayatı son derece kutsaldır ve yaşam hakkı Anayasal olarak da güvence altına alınmıştır. Bu sebeple bu hakkın ihlali durumunda ortaya çıkacak maddi ve manevi tazminatın ise kusurlu olan kişiden alınması kişinin en temel hakkıdır.

Burada dikkat edilmesi gereken husus hekimin ortalama bir hekimin göstermesi gereken dikkat ve özeni gösterip göstermediğinin ortaya çıkartılmasıdır. Ayrıca meydana gelen zararın hekim hatasından mı yoksa komplikasyon sonucu mu ortaya çıktığı da ayrıca tespit edilmesi gereken son derece önemli bir faktördür. Haksız fiil sorumluluğu ile sözleşmesel sorumluluktaki en büyük fark ise haksız fiil sorumluluğunda zararın ispatı davacıya aitken sözleşmesel sorumlulukta ispat yükünün davalıda yani tedaviyi gerçekleştiren doktorda oluşudur.

Tıbbi hata doktor hatası çeşitlerinin önceden sınırlı olarak sayılması mümkün değildir. Somut olayın uygulanmasına göre çeşitlilik gösterebilmektedir. Bu durumda doktor hatasına örnek verecek olursak; Teşhis hatası, tedavi hatası, yanlış taraf cerrahisi, vücutta yabancı madde unutulması, organizasyon kusuru, acil ünitelerinin yetersiz olması, yoğun bakım ünitelerinin yetersiz olmasına karşın ameliyat yapılması, Konsültasyon istenmemesi, Komplikasyon yönetiminin yapılamaması, Endikasyon şartı yokluğu, Enfeksiyon ve hijyen kurallarına uyulmaması, Komplikasyonun fark edilememesi, Hasta karıştırma, Hatalı laboratuvar tetkikleri sayılabilir.

Önemle belirtmemiz gerekir ki doktorun teşhiste başarılı olma zorunluluğu yoktur. Doktor, üzerine düşen vazifeyi ortalama bir doktorun göstermesi gereken özen ve dikkatle yerine getirmişse sorumluluğundan bahsedilemeyecektir. Zira tıpta bazı hastalıkların teşhisinin konulabilmesi gerçekten zor bir durumdur ve yine bazı hastalıkların semptomları birbirinden ayırt edilemeyecek kadar benzerdir. Doktor bu durumda kendisinden beklenen dikkat ve özen sayesinde teşhis koymuş ancak bu teşhiste yanılmış ise tazminat sorumluluğu doğmayacaktır. Çünkü doktor kendisinden beklenen özenin göstermiş ve tıp bilimininin gereklerini yerine getirmiştir. Bu yüzden her teşhis hatası malpraktis olarak, tıbbi hata olarak nitelendirilemeyecektir. 

Hekim, hastasına hem teşhis hem tedavi hem de ameliyat sonrası gelişen komplikasyonlarda hastanın zarara uğramaması için gerekli önlemleri almak zorunda olup, bu önlemleri aldığı halde sonuç meydana geldiyse bu durumda sorumluluğundan bahsedilemez. Bilirkişi raporlarında hastaya uygulanan iş ve işlemlerin neler olduğu, olması gerekenle yapılanlar kıyaslanmalı, özellikle hastada gelişen durumun komplikasyon mu yoksa hekim hatası mı olduğu hususu da açığa çıkartılarak, hekim hatası bulunduğu kanısına varıldığı taktirde sorumlu tutulmalı, komplikasyon olduğu kanısına varıldığı taktirde ise, aydınlatılmış onam formunda bu konuda bir detaya yer verilip verilmediği, gelişen komplikasyon ise komplikasyon yönetiminin de tıbbi standartlara uygun olup olmadığı tespit edilmelidir.

Tıp hukuku başlı başına uzmanlık gerektiren bir disiplindir. Zira hastaların başına gelen kusurlu veya ihmali davranışlarla ortaya çıkan ve zarara yol açan müdahalelerin giderilmesi, zararın karşılanması son derece önemli bir husustur. Bu durumun ise alanında uzman sağlık hukuku avukatı ile karşılanması ise sonuç alınması bakımından öncelikli hedeftir. Yanlış tedavi nendeniyle tazminatın belirlenebilmesi için hukuka uygun tıbbi müdahalenin şartlarının bilinmesi elzemdir. 

Doktor Hatası (malpraktis) Sebebiyle Maddi Tazminat Türleri Nelerdir?

  • Bedensel Zararlar nedeniyle maddi tazminat
  • Ölüm Nedeniyle maddi tazminat

Nitekim Borçlar kanununda tazminat davasının türlerine ilişkin olarak hangi dava çeşitlerinin mevcut olduğu belirtilmiştir.

Bir doktor hatası sonucunda meydana gelen maddi zararlar için maddi tazminat talep edilebilir. Maddi zararlar, bir kişinin malvarlığına veya ekonomik durumuna etki eden her türlü zararı ifade eder. Örneğin, bir doktor hatası sonucunda ek tedavi gerektiğinde ortaya çıkan ek masraflar, kaybedilen ücretler veya gelir kaybı, uzun süreli rehabilitasyon veya bakım maliyetleri maddi zararlar olarak kabul edilir.

Maddi tazminat, doktorun hatasından dolayı ortaya çıkan maddi zararların tazmini amacıyla talep edilir. Tazminat miktarı, hastanın yaşadığı zararın türüne, şiddetine ve süresine bağlı olarak belirlenir. Ayrıca, hastanın yaşam kalitesinin ne kadar etkilendiği, iş gücü kaybı veya gelecekteki potansiyel gelir kaybı gibi faktörler de tazminat miktarını belirleyebilir.

Doktor hatası sonucu meydana gelen maddi zararlar için tazminat talep etmek için, öncelikle bir avukatla görüşmek ve hukuki süreci başlatmak gerekir. Hukuki süreç, doktorun hatasının kanıtlanması, zararın miktarının belirlenmesi ve tazminatın ödenmesi aşamalarından oluşur.

Doktor Hatası (malpraktis) Sebebiyle Manevi Tazminat Davaları

Hakim bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir. Ağır bedensel zarar veya ölüm halinde zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir. 

Manevi tazminat, bir kişinin özgürlüğü, onuru, haysiyeti, aile hayatı gibi kişisel haklarının ihlal edilmesi sonucu ortaya çıkan manevi zararın telafi edilmesi amacıyla ödenen tazminattır. Manevi tazminat, maddi tazminattan farklı olarak, maddi bir kayba değil, kişinin duygusal ve psikolojik acılarına karşılık verir.

Manevi tazminat, genellikle kişisel hakların ihlali nedeniyle açılan davalar sonucu verilir. Örneğin, bir kişinin itibarının lekelendiği bir iftira davasında, kişisel hakların ihlali nedeniyle manevi tazminat talep edilebilir. Aynı şekilde, bir kişinin ölümü nedeniyle ailesinin yaşadığı acı ve ızdırap nedeniyle de manevi tazminat talep edilebilir.

Manevi tazminatın belirlenmesi ve miktarı, mahkemenin takdirine bağlıdır. Mahkeme, mağdurun yaşadığı acı ve ızdırapın ciddiyetini, kişisel hakların ihlalinin etkisini ve diğer faktörleri dikkate alarak manevi tazminat miktarını belirler.

Türkiye'de, manevi tazminat talebi, Türk Borçlar Kanunu'nda düzenlenmiştir. Kanun, kişilik haklarının ihlali nedeniyle mağdurun manevi tazminat talep etme hakkını tanır ve tazminatın belirlenmesi ile ilgili kriterleri belirler.

Doktor Hatası Davasında İlk Aşama

Hatalı teşhis ve doktor hatası davasında ilk aşama, yapılan tıbbi müdahalelerin kamu hastanesinde mi özel hastanede mi yoksa hekimin özel muayenehanesinde mi olduğunun belirlenmesidir. Nitekim bu tespitin yapılması ile birlikte davaların açılacağı mahkemede değişiklikler olacaktır. Örneğin kamu hastanesinde gerçekleşen doktor hatasında dava idare mahkemesinde açılacak özel hastanede meydana gelen doktor hatasında ise dava tüketici mahkemesinde açılacaktır.

Doktor Hatası Davasında İkinci Aşama

Hatalı teşhis ve doktor hatası davasında davanın açılacağı mahkemenin belirlenmesinden sonra ikinci aşama davanın kime yöneltileceğidir. Doktor hatası ya da teşhis hatası kamu hastanesinde meydana gelmiş ise hekime dava açılamayacak hekimin bağlı olduğu kuruma karşı dava açılacaktır. Örneğin hekim üniversite hastanesinde görev yapmakta iken dava üniversite hastanesine karşı açılacakken devlet hastanesinde çalışıyorsa sağlık bakanlığına karşı dava açılacaktır. Özel hastanede çalışan hekim tarafından gerçekleştirilen tıbbi müdahalede hata yapılmış ve hasta zarar görmüş ise bu durumda özel hastaneye karşı dava açılacak ve davalı olarak özel hastane gösterilebilecektir. Ayrıca bu davada davalı olarak yine hekim de gösterilebilir. Anlaşılacağı üzere özel hastane ve hekimin kendisi birlikte davalı olarak gösterilebilecektir. 

Doktor Hatası Davasında Üçüncü Aşama

Hatalı teşhis ve doktor hatası davasında üçüncü aşama dava dilekçelerinin yahut hekim açısından bakılacak olunursa cevap dilekçelerinin hukuka uygun ve doğru hazırlanmasıdır. Nitekim davaların açılmasından sonra kazanılmasını sağlayacak husus esasa ilişkin taleplerin ve savunmaların gerekçeli, hukuki dayanaklı olarak yazılmasıdır. 

Hekimin ve ... personelinin hukukî sorumluluğu kusurlu eylem, zarar ve zarar ile kusurlu eylem arasında illiyet bağının varlığına bağlıdır.
Sorumluluğun şartı olan kusurdan bahsedebilmek için öncelikle bir eylemin bulunması gerekir. Hekimin eylemleri tıbbî yardım, tanı ve tedavide söz konusu olabileceği gibi genel bir davranışla da gerçekleşebilir.
Bir diğer şart olan zarar, genel itibariyle, sözleşmenin ihlâli nedeniyle alacaklının hukuken korunan değerlerinde iradesi dışında meydana gelen azalma olarak tanımlanabilir (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, ... 1999, C.2, s.1041) ve maddi yahut manevi zarar olarak tezahür edebilir. Tıbbî sorumlulukta maddi zarar; yükümlülüğüne uygun bir müdahale gerçekleşseydi hastanın kavuşacağı ... durumu ile yapılan hatalı tedavinin gerçek sonuçlan arasındaki parayla ölçülebilen fark iken; manevi zarar, hatalı bir tedavinin sonucu olarak hastanın duyduğu bedensel ve manevi acıyı, hayat zevklerinde meydana gelen azalmayı ifade eder.
Borçlar Kanunu’nun 96. maddesine göre borçlu kendisine hiçbir kusurun isnat edilmeyeceğini ispat etmedikçe, doğan zararı tazmine mecburdur.
En öz ifadeyle iki olay arasında sebep-sonuç ilişkisi olarak tanımlanabilecek illiyet bağı da sorumluluğun kurucu unsurlarındandır. Sözleşmeden doğan sorumluluğun gerçekleşmesi için ihlâl fiiliyle zarar arasında yalnız tabii illiyet bağının bulunması yetmez; uygun illiyet bağının mevcut olması gerekir. Uygun illiyet bağı kuramı, her sebebi değil, sebepler arasında değer verilebilir olanların seçimini esas alır. Buna göre, olayda gerçekleşen türden bir sonucu mahiyeti ve ana eğilimi itibariyle meydana getirmeye genel olarak elverişli olan veya bu türden bir sonucun gerçekleşmesi ihtimalini objektif olarak artırmış bulunan zorunlu şartla söz konusu sonuç arasındaki bağ uygun illiyet bağı olarak tanımlanabilir. Çalışanının kusurunun, eylem ile zarar arasındaki uygun illiyet bağının mevcut olup olmadığının tespitinde zararın/tehlikenin öngörülebilir ve önlenebilir olması gerekliliği gözden kaçırılmamalıdır. Hekim, iyi bir sonuç elde etme olasılığı çok az olan durumlarda dahi yardımdan kaçınamaz. Tıbbî yardım ve müdahaleler tıp sanatının kurallarına uygunsa, hastanın fayda ve zararı onun rızası alınarak değerlendirilmişse, buna rağmen öngörülemeyen sonuç önlenememişse hekimin yahut ... çalışanının kusurunun varlığından bahsedilemeyecektir.

Doktor Hatası Davasında Dördüncü Aşama

Hatalı teşhis ve doktor hatası davasında dördüncü aşama dilekçeler aşaması hakkında bilgi sahibi olunmasıdır. Tüketici mahkemesinde açılan malpraktis davalarında basit yargılama usulü geçerli olduğundan mütevellit iki dilekçe ile bu aşama sona erecektir. Bunlar dava dilekçesi ve davalının bu dilekçeye vereceği cevap dilekçesinden ibarettir. İdare mahkemesinde ise dört dilekçe aşaması bulunur ve bunlar dava dilekçesi, savunma dilekçesi, savunmaya cevap dilekçesi son olarak da ikinci savunma dilekçesidir. Bundan dolayıdır ki tüketici mahkemesinde açılacak davalarda tek bir dilekçe ile taleplerin iyi bir şekilde izah edilmesi, delillerin sunulması, sürelerin geçirilmemesine özen gösterilmesi gerekmektedir. Hak kaybı yaşanmaması için profesyonel bir şekilde çalışılması şarttır.

Devlet Hastanesine Dava Açılır mı?

Devlet hastanesi tazminat davası açabilmek için ön koşul 2577 sayılı kanun gereği 1 yıl içinde tıbbi müdahaleyi yapan ve hatalı tıbbi müdahale, doktor hatası nedeniyle zarara yol açan hastaneye başvurmaktır. Her halükarda tıbbi müdahalenin üzerinden 5 yıl geçmemiş olması da kanun gereği şarttır.

Devlet hastanesinde tedavi gören bir hastanın tıbbi olarak yaşamış olduğu olumsuzluklar, teşhis hatası, tedavi hatası, hekim hatası gibi sebeplerle devlet hastanesine karşı açtığı tazminat davalarında görevli mahkeme; tıbbi hata nedeniyle tazminat davasının devlet hastanesine kamu hastanesine açılacağından dolayı idare mahkemesidir. Davalar idare mahkemesine açılacağından hekimin kendisi bizzat davalı olarak gösterilemez. Yeni malpraktis yönetmeliğine göre daha doğru ifade ile SAĞLIK MESLEK MENSUPLARININ TIBBÎ İŞLEM VE UYGULAMALARI NEDENİYLE SORUŞTURULMASINA VE İDARECE ÖDENEN TAZMİNATIN RÜCU EDİLMESİNE DAİR USUL VE ESASLAR HAKKINDA YÖNETMELİK gereği idare tarafından malpraktis, doktor hatası nedeniyle ödenen tazminat miktarlarının ilgili hekime yöneltilebilmesi için hekimin kasten görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullandığı kesinleşmiş ceza mahkemesi kararı ile tespit edilmesi halinde mümkün olacaktır. 

Özel Hastaneye Dava Açılır mı?

Özel hastaneye karşı doktor hatası nedeniyle oluşan zararın giderilmesi için tabi ki de dava açılabilir. Özel hastane tazminat davasında en önemli bilinmesi gereken şey hasta ile özel hastane arasındaki sözleşmesel ilişkidir. Çünkü bu ilişkiye göre davanın açılacağı yer ve kişi değişkenlik gösterecektir. 

Özel hastaneye karşı açılacak doktor hatası tazminat davasına ilişkin ayrıntılı bilgi için özel hastaneye dava açılabilir mi başlıklı makalemizi okumanızı tavsiye ederiz.

Doktor Hatası Tazminat Davası Kime Karşı Açılır?

Yanlış tedavi doktor hatası tazminat davasında davalı, hastanın tedavi görmüş olduğu yere göre değişkenlik gösterecektir. Örneğin hasta kamu hastanesinde tedavi görmüş ancak yanlış tedavi nedeniyle zarara uğramış ise davalı olarak Sağlık Bakanlığı gösterilecek ve dava sağlık bakanlığına karşı açılacaktır. Ancak kişi özel hastanede tedavi görmüş ise bu durumda dava özel hastaneye karşı açılacak ve davalı özel hastane olacaktır. Ancak hekimin özel muayenehanesinde yapılan tıbbi müdahalede yanlış tedavi nedeniyle zarar gören kişi ise bu sefer davayı hekmimin şahsına karşı açabilecektir. Davalının teşhisi özellikle kamu hastanesi dışında yapılan yanlış tedavi tazminat davalarında önem arz eder. Zira idare mahkemesinde açılan davalarda davalı yanlış gösterilmiş ise davalının tespiti mahkeme tarafından re'sen yapılacak iken tüketici mahkemesinde açılan davalarda dava husumetten dolayı reddolacak ve hasta zarara uğrayacaktır.

Doktora Karşı Dava Nerede Açılır?

Doktora karşı dava nerede açılır sorusunun cevabı; Yanlış Tedavi (Malpraktis) Davalarında görevli mahkeme eğer dava özel hastanelere karşı açılacaksa, oluşan zararlar nedeniyle tesislerden kaynaklanan işletme kusurlarından ve yardımcı kişilerin eylemlerinden örneğin doktorların ve diğer sağlık personelinin kusurlarından dolayı özel hastanelere karşı açılacak davalarda Tüketici Mahkemesidir. Bu durumda Özel sağlık kuruluşlarını, muayenehanesinde hizmet veren bağımsız doktorların yanlış tedavi, malpraktis, doktor hatasından kaynaklanan uyuşmazlıklarla ilgili davalarda görevli mahkeme Tüketici Mahkemesi olacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta ise Kamu Hastanelerinde meydana gelen hizmet kusuru nedeniyle oluşan zararlara ilişkin açılacak tam yargı davalarıdır. Kamu hastanelerinde meydana gelen hizmet kusuru nedeniyle oluşan zararların tazmini için açılacak olan tam yargı davalarında görevli mahkeme İdare Mahkemesidir.

Anlaşılacağı üzere kamu hastanelerinde meydana gelen hizmet kusurundan kaynaklı malpraktis, doktor hataları davaları idare mahkemesinde açılacaktır. Kamu hastanelerinde meydana gelen hizmet kusuru sebebiyle açılacak olan malpraktis, doktor hatası davalarında husumet kusurlu olan doktora karşı değil bilakis hizmeti veren devlet hastanesine yönlendirilecek ve davalı taraf, devlet hastanesi olacaktır. Önemli bir husus davanın açılacağı görevli mahkemenin belirlenmesinde bu durumun kamu düzenine ilişkin olması durumudur. Mahkemeler, tarafların görevsizlik itirazı olmasa dahi re'sen yani kendiliğinden görevli olup olmadığını davanın her aşamasında incelemeye yetkilidir.

Bu durumda malpraktis, doktor hatasından kaynaklı açılacak olan maddi ve manevi tazminat davalarında davanın açıldığı mahkeme görevli olup olmadığını davanın her aşamasında inceleyecek ve görevli olmadığı kanaatine vardığında görevsizlik kararı verecek ve bu durumda davacı davasını bu durumun kendisine tebliğinden itibaren 2 hafta içinde görevli mahkemeye yöneltecektir. Bu durum zaman kaybına neden olacağı gibi maddi bakımdan da olumsuzluklara yol açacaktır. İdare mahkemesinde açılacak bir yanlış tedavi nedeniyle tazminat davası, malpraktis, doktor hatası davası tüketici mahkemesinde açılmış ise tüketici mahkemesi görevsizlik kararı verdiğinde bu kararın tebliğinden itibaren 30 gün içinde görevli idare mahkemesinde dava açılması gerekecektir.

Doktor Hatası Hangi Mahkemede Açılır?

Doktor hatası nedeniyle açılacak olan maddi ve manevi tazminat davalarında yetkili mahkeme değişkenlik göstermektedir. Eğer doktor ile hasta arasında sözleşme ilişkisi varsa dava davalının yerleşim yerinde açılabileceği gibi sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinde de açılabilir. Eğer haksız fiilden ötürü maddi veya manevi tazminat davası açılacak ise dava haksız fiilin işlendiği yer mahkemesinde açılabileceği gibi zararın meydana geldiği yahut gelme ihtimalinin bulunduğu yerde ya da zarar görenin yerleşim yeri mahkemesinde de açılabilir. Malpraktis, doktor hatası ve tıbbi hata için ayrıca malpraktis doktor hatası tıbbi hata nedir adlı makalemize de bakabilirsiniz

Yanlış tedavi tazminat davası idare mahkemesinde açılıyor ise idari yargılama usulü kanununda tam yargı davaları için düzenlenmiş olan davanın açılacağı yerde açılması şarttır. Buna göre

Tam yargı davalarında yetkili mahkeme, sırasıyla: 

  • Zararı doğuran idari uyuşmazlığı çözümlemeye yetkili,
  • Zarar, idarenin herhangi bir eyleminden doğmuş ise, hizmetin görüldüğü veya eylemin yapıldığı yer, 
  • Diğer hallerde davacının ikametgahının bulunduğu yer.

mahkemesinde açılacağından mütevellit yanlış tedavi tazminat davası idare mahkemesinde açılacaksa hizmetin görüldüğü veya eylemin yapıldığı yer idare mahkemesi yetkili olacaktır. 

Yanlış tedavi tazminat davasında yanlış tedavi ya da tedavi hatası özel hastanede veya özel muayenehanede gerçekleşmiş ise hukuk muhakemeleri kanununa göre davanın açılacağı yer haksız fiil ya da sözleşme hükümlerine göre belirlenecek haksız fiilden ötürü açılacak davalarda hmk 16. maddedeki hükümler çerçevesinde dava sayılan yerlerde açılabileceği gibi Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun 73. maddesi gereği tüketicinin bulunduğu yer mahkemesinde de açılabilecektir.

Doktor Hatası Davasında Tazminat Miktarı Ne Kadardır?

Malpraktis davalarında malpraktis tazminat miktarı her somut olayın durumuna göre farklılıklar gösterebilmektedir. Zira bir tıbbi müdahale sırasında meydana gelen zarar ile başka bir tıbbi müdahalede meydana gelen zararlar farklı olabilmektedir. Örneğin hatalı bir tıbbi müdahale sonrasında kişinin dalağı alınmış ise ortaya çıkan zarar ile ölümü halinde ortaya çıkan zarar arasında tabi ki de farklılıklar olacaktır. Ölüm halinde ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin tazminat davasına devam edebileceği gibi yahut ağır bedensel yaralanmalarda manevi tazminat davasını kişinin yakınları da açabileceği gibi bu durumların hepsi malpraktis tazminat davasında malpraktis tazminat miktarını etkileyecektir. Tabi ki de zarar kalemlerinin davayı açarken ortaya çıkartılması ve mahkemeye hangi zarar kalemlerine istinaden hangi tazminatın istendiği açıklanmalıdır. Özellikle de manevi tazmiant talebinde talebin açık ve net bir şekilde belirtilmesi ile maddi tazminat davalarında somut olarak ispat edilmesi şarttır. Örneğin maddi tazminat talebinde zarar kalemlerinin ortaya konulması ile zararın miktarının da eldeki delillere göre somutlaştırılması gerekir. 

Malpraktis tazminat miktarını belirleyen diğer bir koşul ise mahkemelerin taleple bağlı oldukları hususudur. Malpraktis, doktor hatası davalarında dava değeri kişi tarafından belirlenmiş ve  o şekilde bir talepte bulunulmuş ise mahkemenin taleple bağlı olmasından mütevellit verilecek tazminat miktarı talep edilen miktarı aşamayacaktır. Örneğin malpraktis davasında davacı 10.000,00 TL manevi tazminat talep etmiş ise hakim senin zararın daha fazlaymış sana 11.000,00 TL tazminat vereyim diyemeyecektir. Ayrıca unutulmamalıdır ki zarar ne kadarsa tazminat da o kadar olacaktır. Maddi tazminat miktarı hiçbir zaman zarardan fazla olamaz. Nitekim zarar 5 birim ise tazminat da en fazla 5 birim olacak hakim 6 birim tazminata hükmedemeyecektir. 

Doktor Hatası Tazminat Davalarında Zamanaşımı Ne Kadardır?

Tedavi hatası, yanlış tedavi, malpraktis doktor hatası davalarında zamanaşımı süresi, Haksız fiilden kaynaklı davalarda zamanaşımı süresi; zarar görenin zararı ve tazminat yükümlülüğünü öğrendiği tarihten itibaren başlayarak 2 yılın ve her halde fiilin işlendiği tarihten itibaren 10 yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Haksız fiil yani hekimin eylemi suç niteliğinde ise Ceza Kanununda yer alan uzamış zamanaşımı süreleri uygulanır. Ceza davası zamanaşımı sürelerinin belirlenmesinde mahkemece hükmedilecek ceza değil, ilgili suçu düzenleyen maddedeki cezanın üst sınırı esas alınır. Örneğin doktorun taksirli davranışıyla hastanın ölümüne sebep olması halinde zamanaşımı süresi 15 yıldır. Doktor ile hasta arasındaki ilişki vekalet sözleşmesinden kaynaklanmış ise doktora karşı açılacak davada zamanaşımı süresi vekalet ilişkisinden doğan davalardaki zamanaşımı süresi olacağından 5 yıllık zamanaşımına tabidir. Hasta kabul sözleşmesine göre açılacak davalarda zamanaşımı süresi ise Yargıtaya göre 5 yıldır. Eğer doktor ile hasta arasındaki sözleşmesel ilişki vekalet sözleşmesine değil de eser sözleşmesine dayanıyorsa bu durumda dava 5 yıllık zamanaşımına tabidir.

Doktor hatası tazminat davası kamu hastanesi ya da üniversite hastanesine karşı açılacak bir dava ise görevli mahkeme idare mahkemesi olup idari yargılama usulü kanununa tabi bir uyuşmazlıktır. Bu durumda idari yargılamada tazminat davası olarak kabul edilen tam yargı davasının konusu olacak bu davada süreler 2577 sayılı idari yargılama usulü kanununda gösterilmiştir. Bu bakımdan hekim hatası ya da tıbbi hata bir idari eylem olarak tanımlanacak olup idari eylemlerlerden dolayı açılacak tam yargı davalarının süresine tabi kılınacaktır. İdari eylem nedeniyle hakları ihlal edilen kişiler ihlali öğrenmelerinden itibaren 1 yıl içinde idareye zararlarının giderilmesi için yazılı olarak başvuru yapmak zorundadırlar. Yine her halde idari eylemden itibaren bu süre 5 yıldır. Bu süreler süre aşımı süreleri olup uyulması davanın seyri bakımından oldukça elzemdir. 

Tüketici mahkemesinin konusununa girecek davalarda ise davanın dayandırıldığı hukuki sebebe göre zamanaşımı süresi hesaplanacaktır. Nitekim haksız fiilden ötürü açılacak doktor hatası tazminat davasında haksız fiilin öğrenildiği tarihten itibaren 2 yıl her halde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Bu husus haksız fiil zamanaşımıdır ve 6098 sayılı Borçlar kanununun 72. maddesinde yer almaktadır.

Yine sözleşmeden kaynaklı olarak doktor hatası tazminat davası açılacak ise bu durumda da yine 6098 sayılı borçlar kanununa bakmak gerekecektir. 

Hekim ile hasta arasındaki sözleşmesel ilişki vekalet sözleşmesi olup vekalet sözleşmesine ilişkin zamanaşımı süreleri uygulanmalıdır. Bu durumda Borçlar kanununun 147. maddesinde yer alan hüküm uygulanacak olup buna göre vekalet sözleşmesinden kaynaklanan hukuki uyuşmazlıklarda uygulanacak zamanaşımı süresi 5 yıl olarak kabul edilecektir. Anlaşılacağı üzere davanın 5 yıllık süre içerisinde açılması gerekecektir.

Bazen hasta ile hekim arasındaki hukuki ilişki yapılacak olan tıbbi müdahalenin özelliğine göre değişkenlik gösterir. Tıbbi müdahalenin türü estetik müdahaleden kaynaklandığı durumlarda örneğin burun estetiği, meme estetiği, diş protezi, implant gibi tıbbi müdahalelerde hekim ile hasta arasındaki sözleşmesel ilişki eser sözleşmesi niteliğinde olduğundan mütevellit yine borçlar kanunu 147. madde hükmündeki zamanaşımı süreleri uygulama alanı bulacaktır. Buna göre hekimin yükümlülüklerini ağır kusuruyla hiç ya da gereği gibi ifa etmemesi dışında, eser sözleşmesinden doğan alacak hakkı 5 yıllık zamanaşımına tabi olacaktır.

Doktor Hatası Tazminat Davasında Deliller Nelerdir?

Doktor hatası tazminat davasının ispatı bakımından delil sertbestliği ilkesi gereği taraflar dilediği ispat vasıtasını kullanabilir. Ancak bu gibi davalarda davacının dayandığı sorumluluk türüne göre ispat yükümlülüğü de yer değiştirecektir. Nitekim haksız fiil sorumluluğu nedeniyle açılan doktor hatası tazminat davalarında ispat yükümlülüğü davacı tarafta iken sözleşmeye aykırılıktan dolayı açılan davalarda ispat yükü davalıda olacak ve sözleşmeye aykırı işlem yapmadığını kendisi ispatlayacaktır. İspat yükümlülüğüne göre davanın ispatlanamaması ise ne yazık ki davanın reddini gerektirebilir. Zira davalının ispat yükü kedi üzerindeyken yapmış olduğu ispat ihlali aleyhine sonuçlanacak ise de haksız fiil sorumluluğundan mütevellit açılan doktor hatası tazminat davasında davanın ispatlanamaması red hükmüne olanak sağlayabilecektir.

Bir doktor hatası davasında, tarafların ileri sürdüğü iddiaların kanıtlanabilmesi için delillere ihtiyaç vardır. Deliller, davada taraf olan kişilerin iddialarını desteklemek veya çürütmek için sunacakları her türlü belge, tanık ifadesi, uzman görüşü ve diğer kanıtlardır.

Doktor hataları davalarında, birçok farklı türde delil sunulabilir. Örneğin:

  • Tıbbi kayıtlar: Bir hastanın tıbbi kayıtları, doktor hataları davalarında önemli bir delil olarak kullanılabilir. Tıbbi kayıtlar, bir doktorun hastaya hangi teşhislerin konulduğunu, hangi tedavilerin uygulandığını ve hangi ilaçların reçete edildiğini gösterir. Bu bilgiler, doktor hatalarının varlığına dair kanıtlar sunabilir.
  • Uzman görüşleri: Doktor hataları davalarında, bir uzmanın görüşü önemli bir delil olarak kabul edilebilir. Bu, bir doktorun davranışlarının mesleki standartlara uygun olup olmadığını ve bir hatanın gerçekleşip gerçekleşmediğini belirlemek için bir uzmanın görüşüne başvurulabilir.
  • Tanık ifadeleri: Bir doktor hataları davasında, tanıkların ifadeleri de önemli bir delil olarak kullanılabilir. Bu tanıklar, bir doktorun yanlış bir davranışta bulunduğuna veya mesleki standartlara uymadığına dair kanıtlar sunabilir.
  • Fotoğraflar: Doktor hataları davalarında, hastanın yaşadığı fiziksel hasarın belgelenmesi için fotoğraflar da bir delil olarak sunulabilir.
  • Videolar: Bazı durumlarda, doktor hataları davalarında video kayıtları da kullanılabilir. Örneğin, bir ameliyat sırasında çekilen video kaydı, bir doktorun hatalarını veya ihmallerini ortaya çıkarabilir.

Doktor hataları davalarında sunulan deliller, davada karar veren mahkemenin kararını etkiler. Deliller, tarafların iddialarının doğruluğunu veya yanlışlığını göstermek için kullanılır ve karar vermede büyük bir rol oynar.

Yanlış Tedavi, Doktor Hatası Tazminat Davasında İddia ve Savunmalar

Yanlış tedavi tazminat davasında zarar gören kişi açmış olduğu tamzinat davasını tüketici mahkemesinde açmış olduğunda kanun gereği basit yargılamaya tabi olacak ve sadece dava dilekçesi verebilecektir. Davalı da sadece cevap dilekçesi verir. İki dilekçe haricinde dilekçe verilemeyeceğinden mütevellit dava dilekçesinde iddia ve savunmaların hepsi yapılmalı iddialar ve savunmalar gerekçelendirilmeli ve deliller de gösterilmelidir. Aksi durum dilekçeler teatisinin bitmesinden sonra iddiaları ve savunmalar genişletilemeyeceğinden dolayı zarara sebebiyet verebilecek ve hak kayıpları yaşanabilecektir. Bu husus önemli bir husus olup dilekçelerin hazırlanmasına azami dikkat edilmelidir.

Doktor hatası, tıbbi hizmetlerin sunumu sırasında bir doktorun hatası sonucu hastaya zarar verilmesi veya ölümüne sebep olunması durumudur. Bu terim, genellikle bir doktorun, mesleki standartlara uygun davranmadığı ve bu nedenle hastaya zarar verdiği veya ölümüne neden olduğu durumlarda kullanılır.

Doktor hataları birçok şekilde ortaya çıkabilir. Bazı örnekler şunları içerebilir:

  • Tanı hatası: Bir doktorun hastanın durumunu yanlış değerlendirmesi ve yanlış bir teşhis koyması.
  • Tedavi hatası: Bir doktorun hastanın tedavisinde yanlış bir yaklaşım benimsemesi veya yanlış bir ilaç veya prosedür uygulaması.
  • İlaç hatası: Bir doktorun hastaya yanlış ilaç veya dozaj vermesi veya hastanın alerjik olduğu bir ilacı reçete etmesi.
  • Ameliyat hatası: Bir doktorun cerrahi bir prosedür sırasında hata yapması veya ameliyat sonrası bakım hataları yapması.

Doktor hataları sonucunda hastaların yaşadıkları zararlar çok çeşitli olabilir. Örneğin, hastaların yaşadığı acı, ızdırap, fiziksel hasar, iş kaybı, kaybedilen gelir ve diğer zararlar doktor hatalarının sonuçları olabilir.

Türkiye'de, doktor hataları tazminat davalarıyla çözülebilir. Türk Medeni Kanunu, bir doktorun hatası sonucu hastaya verilen zararların tazmin edilmesi için hükümler içerir. Doktor hatalarından kaynaklanan tazminatlar, mahkeme kararı ile belirlenir.

Yanlış Tedavi Doktor Hatası Tazminat Davasında Duruşma Nasıl Yapılır?

Yanlış tedavi tazminat davasında duruşmalar tüketici mahkemesi ile idare mahkemesinde farklılıklar gösterecektir. Zira idare mahkemesinde tek bir duruşma yapılır iken tüketici mahkemesinde birden fazla duruşma yapılacaktır. İdare mahkemesinde tek bir duruşma olması kanun gereğidir ve başka duruşma yapılmaz. Bundan dolayı tarafların dilekçelerinde belirttikleri hususlar haricinde gerekçeli savunmalarını tek bir duruşmada dile getirmelerinin zorluğu düşünüldüğünde dilekçlerin önemi daha da ortaya çıkacaktır.

Doktor Hatası Tazminat Davasında Avukat Tutmak Zorunlu mu?

Doktor hatası tazminat davasında avukat tutup davanın takibinin avukat vasıtasıyla yaptırılması kanunen ve yasalar gereğii zorunlu değildir. Ancak doktor hatası malpraktis davaları uzmanlık gerektiren çok farklı bir hukuki disiplin olduğundan dolayı bu tür davaların takibinin alanında uzman bir sağlık davası avukatına verilmesi önemle tavsiye olunmaktadır.

Doktor Hatası Tazminat Davasında Avukata Nasıl Vekalet Veririm?

Avukata nasıl vekalet veririm sorusunun cevabı basit olup kişiler vekalet verecekleri avukat ile anlaşmış iseler avukatın bilgilerini en yakın notere vererek genel dava vekaletnamesi çıkarttırmalıdırlar. Bu vekaletin verilmesi ile birlikte avukat anlaşılan koşullar çerçevesinde davayı takip edecek, duruşmalara girecek, tanıkların dinlenmesini sağlayacak hatta karşı tarafın tanıklarına duruşma esnasında sorular yöneltip davanın gidişatını değiştirebilecektir.

Doktor Hatası Tazminat Davasında Avukatlık Ücreti Ne Kadardır?

Doktor hatası davasında avukatlık ücretinin sabit bir bedeli bulunmamaktadır. Taraflar avukatlık ücretini kendi aralarında serbestçe tasarruf edebilecekler ve buna göre bir bedel belirleyebilecekleri gibi ödemeler konusunda da serbestçe anlaşabileceklerdir. 

Doktor hatası davasında avukatlık ücreti belirli olmasa da avukatlık asgari ücret tarifesine göre avukatın belirli bir limitin altında bu davaları alamayacağı kanunen düzenlenmiştir. Nitekim avukatlık asgari ücret tarifesinde belirtilen bedelin altında bir ücrete anlaşılmayacağı gibi üst limit konusunda taraflar serbestçe dava hizmet bedelini belirleyebileceklerdir.

Doktor Hatası Tazminat Davasında Dava Harçları Ne Kadardır?

Doktor hatası tazminat davasında açılacak dava bir tazminat davası ve davayı açan taraf tüketici konumunda bulunduğu vakit dava harçlarından muaf olunacak açılacak dava değeri üzerinden diğer davalarda olduğu gibi bir hesaplama yapılmadan maktu bir açılış bedeli ödenecektir. Bu bakımdan tazminat bedellerinin belirlenmesinde davayı takip edecek avukatın görüşlerine itibar edilmesi önemle tavsiye edilmektedir.

Tüketici mahkemesinde açılacak davalar harçtan muaf olduğundan mütevellit açılacak davada yüksek bedeller üzerinden dava açılmayacak harca esas değer olan dava değeri müddeabihin herhangi bir vasfı kalmayacaktır. Örneğin genel görevli mahkeme olan Asliye Hukuk mahkemesinde herhangi bir haksız fiil eylemi nedeniyle açılan 100.000,00 Türk Liralık tazminat davasında harçlar 100.000,00 TL üzerinden hesaplanacak ise de tüketici mahkemesinde açılacak yanlış tedavi tazminat davasında maktu harç alınacak ve dava değeri üzerinden harç hesaplaması yapılmayacaktır. 

Doktor Hatası Tazminat Davasında Avukatın Önemi

Bir doktor hatası davasında, bir avukatla anlaşmak tavsiye edilir. Bu tür davalar, tıbbi standartlara ve hukuk kurallarına uygun olarak yönetilmesi gereken karmaşık ve detaylı bir süreçtir. Bir avukat, davayı yönetmenin yanı sıra, müvekkilinin haklarını koruyacak ve zararını en aza indirecek şekilde hareket etmesine yardımcı olur.

Doktor hatası davalarında, bir avukatın birçok faydası vardır:

  • Hukuki bilgi ve tecrübe: Bir avukat, doktor hatası davalarında hukuki bilgi ve tecrübeye sahiptir. Bu, müvekkilinin haklarını korumak, kanıtları toplamak, doktorların ve sigorta şirketlerinin taktiklerine karşı koymak gibi tüm süreçleri doğru ve hızlı bir şekilde yönetebilir.

  • Tıbbi bilgi ve uzmanlık: Bir avukat, doktor hatası davalarında tıbbi bilgi ve uzmanlığa da sahip olabilir. Bu, davanın yönetilmesinde önemli bir avantajdır çünkü avukat, tıbbi kanıtları anlayabilir, tıbbi terimleri yorumlayabilir ve tıbbi uzmanlardan doğru soruları sorabilir.

  • Duygusal destek: Bir doktor hatası davası, müvekkilin zorlu bir dönem geçirdiği bir süreçtir. Bir avukat, müvekkiline hem hukuki hem de duygusal destek sağlayabilir ve müvekkilinin davanın stresiyle başa çıkmasına yardımcı olabilir.

  • Tazminat miktarının maksimize edilmesi: Bir avukat, müvekkilinin tazminat miktarını maksimize etmek için çalışacaktır. Avukat, müvekkilin haklarını ve taleplerini savunacak ve zararın türüne, şiddetine ve süresine bağlı olarak doğru tazminat miktarının belirlenmesine yardımcı olacaktır.

Bir doktor hatası davasında avukatın ücretleri, genellikle başarılı sonuç alındığında alınan yüzdeye dayalı bir anlaşma yapılır. Bu, müvekkilin avukat masraflarını karşılamak için ön ödeme yapması gerekmeyeceği anlamına gelir ve avukatın, müvekkilin kazanması durumunda alacağı ücret miktarı, tazminatın toplam miktarına bağlı olacaktır.

Doktor hatası tazminat davasında avukatın yükümlülükleri içerisinde en çok üzerinde durulması gereken yükümlülükler birincisi sır saklama yükümlülüğü ikincisi ise özen gösterme yükümlülüğüdür. Şimdi bu iki yükümlülüğü açıklayalım

Doktor Hatası Tazminat Davasında Avukatın Sır Saklama Yükümlülüğü

Doktor hatası tazminat davasında sağlık davalarına bakan avukatın en önemli yükümlülüklerinden bir tanesi sır saklama yükümlülüğüdür. Nitekim sağlık davalarına bakan avukatlar müvekkillerinin en gizli mahrem bilgilerine ulaşmakta onların sağlık bilgileri de dahil olmak üzere bütün özel nitelikli kişisel verilerine ulaşabilmektedir. Bu bakımdan avukat müvekkilini her daim gözetip kollamak bilgilerine ve verilerine halel gelmeyecek tüm önlemleri almakla mükelleftir. Avukat kendisini müvekkilinin yerine koyabilmeli empati kurabilmeli acılarına ortak olabilmelidir. Bu açıdan müvekkilini bir iş olarak değil profesyonellikten ödün vermeden kendisi gibi görebilmelidir. Sır saklama yükümlülüğü sadece vekalet sürecinde değil veklalet ilişkisinin bitiminden sonra da devam etmesi gereken bir durumdur. Avukat müvekkilinin tüm haklarını savunmalı sırrını kimseyle ama kimseyle paylaşmamalıdır. Doktor hatası tazminat davasında sır saklama yükümlülüğü sadece avukatlık sözleşmesinden süregelen bir durum değil vekalet akdinin de bir gereğidir.

Doktor Hatası Tazminat Davasında Avukatın Özen Gösterme Yükümlülüğü

Doktor hatası tazminat davasında sağlık davalarına bakan avukatların özen göstrme yükümlülüğü de bulunmaktadır. Avukat müvekkilinin davasını takip ederken sanki kendi zararı doğmuş da kendisi maddi ve manevi zarar görmüş gibi hareket etmeli müvekkilinin yerine kendisini koyabilmeli, bunu yaparken profesyonellikten ödün vermeden tüm hukuki bilgisini gösterebilmelidir. Doktor hatası tazminat davasında avukatın özen gösterme yükümlülüğü sadece avukatlık kanunundan kaynaklanmayıp sır saklama yükümlülüğünde de olduğu gibi vekalet akdinden de kaynaklanmaktadır.

Doktor Hatası Tazminat Davasında Hasta ile Hekim Arasındaki Hukuki İlişki

Yanlış tedavi doktor hatası tazminat davasında hekim ile hasta arasındaki hukuki ilişkinin iyi tahlil edilmesi şarttır. Nitekim hukuki ilişkinin tahlili açılacak davayı, davanın tarafı ile mahkemenin tahlili noktasında davacıyı yönlendirecektir. Örneğin hekim ile anlaşma yapılması sonrasında özel hastanede ameliyat olunması ile özel hastane ile yapılan anlaşma sonrasında hastane çalışanı hekime tedavi olunması arasında sözleşmesel ilişkinin kurulması bakımından farklılıklar bulunmaktadır. Bu durum davalının tespiti ile davada kullanılacak hukuki emarelerin nelerden ibaret olduğu hususunda bizlere bilgi verecektir. Hastaneye kabul sözleşmesi mi hastaneye tam kabul sözleşmesi mi yoksa hastaneye bölünmüş kabul sözleşmesi mi yoksa sadece hekim ile hasta arasında tedavi sözleşmesi mi olduğu davadan önce belirlenmeli husumet yokluğundan davanın reddi önlenmelidir.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 3. maddesinde; “Yaşamak, herkesin hakkıdır” denilmiş; ... hakkı 25. maddede temel insan hakkı olarak kabul edilerek “Gerek kendisi gerek ailesi için tıbbi bakım da dâhil olmak üzere, ... ve refahını sağlayacak uygun bir yaşam düzeyine ve işsizlik, hastalık, sakatlık, yaşlılık veya geçim olanaklarından kendi iradesi dışında yoksun bırakacak başka durumlarda” herkesin sahip olması gereken güvence hakkı şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanım gereği ... hakkı kişinin içinde yaşadığı toplum (ülke, devlet) tarafından tanınan ve güvence altına alınan temel insan haklarından biridir (Er, Ü.: ... Hukuku, ... 2008, s. 31).

1976 yılında yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin ... standardına ilişkin 12. maddesinde; “Bu sözleşmeye taraf olan devletler, herkesin mümkün olan en yüksek seviyede fiziksel ve ruhsal ... standartlarına sahip olma hakkını tanır.

Sözleşmeye taraf olan devletlerin bu hakkı tam olarak gerçekleştirmek amacıyla alacakları tedbirler, aşağıdakiler için de alınması gerekli tedbirleri içerir; Hastalık halinde her türlü ... hizmetinin ve bakımının sağlanması için gerekli şartların yaratılması...” şeklinde belirlenmiştir (Akıllıoğlu, T.: İnsan Haklarının Korunması Alanında Uluslararası Belgeler, ... 1995, s. 55).

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesinde ise; “Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır” denilmek suretiyle uluslararası alanda konunun önemi karşısında kişiler bakımından garantiler sağlanarak devletlere de bu hakların iç hukukta yerine getirilmesi ödevinin yüklenmek istendiği anlaşılmaktadır. Nitekim 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesinin 5. fıkrası "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar Kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz (Ek cümle: 07.5.2004-5170/7 md.). Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla Kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." şeklindeki düzenleme de bu yöndedir.

Böylece uluslararası belgelerde teminat altına alınan sağlıklı yaşam hakkının iç hukukumuza yansıması bakımından konuya yaklaşıldığında ise; Anayasa’nın 17/1. maddesine göre; “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” ve 56/3. maddesine göre de “Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla ... kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.”

Aynı maddenin dördüncü fıkrasında; “Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki ... ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir” hükmü mevcut olup bu düzenlemelerle kişilerin ... hukuku teminat altına alınmıştır.

Bu açıklamalardan sonra taraflar arasındaki hukukî ilişkinin temelinin ne olduğunun tespiti gerekir.
Bilindiği üzere borç ilişkilerinin kaynakları, dava tarihi itibariyle somut olayda uygulanması gereken mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun genel hükümlerinde, birinci kısımda ve üç fasılda gösterilmiştir. Buna göre; sözleşme, haksız eylem ve sebepsiz zenginleşme, borç ilişkilerinin kaynağı olarak düzenlenmiştir. Bir başka deyişle; borç ilişkileri haksız eylem, sözleşme ya da sebepsiz zenginleşmeden doğar.

Özel hastane ile hasta arasındaki hukuki ilişkinin, bir sözleşme ilişkisi olduğu her türlü duraksamadan uzaktır. Sözleşme ile ilgili olarak açıklamalardan önce hasta ve özel hastane kavramlarının açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
Yasalarımızda hasta tanımına açık olarak yer verilmemiş ise de Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 4/1. maddesinde hasta, ... hizmetlerinden faydalanma ihtiyacında olan kimseler olarak tanımlanmıştır.

2219 sayılı Hususi Hastaneler Kanunu’nun 1. maddesinde; “Devletin resmi hastanelerinden ve hususi idarelerle belediye hastanelerinden başka yatırılarak hasta tedavi etmek veya yeni hastalık geçirmişlerin zayıfları yeniden eski kuvvetlerini buluncaya kadar sıhhi şartlar içinde beslenmek ve doğum yardımlarında bulunmak için açılan ve açılacak olan ... yurtları hususi hastanelerden sayılır” denilmek suretiyle özel hastanelerin tanımı yapılmıştır.

Kuruluş, örgütleniş ve işleyiş biçimi itibariyle devlet veya diğer kamu tüzel kişisi dışındaki kişiler tarafından hizmet yürüten ve yatırılarak tedavi etme, rehabilitasyon ve doğum yardımlarında bulunmak amacıyla kurulan ... kuruluşunun, özel hastane olarak kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir (Canbolat, F.:Kamu Hastanesinde Yapılan Tıbbi Müdahalede Hekimin Özel Hukuktan Doğan Sorumluluğunun Dayanağı, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Ocak-Şubat 2009, Sayı:80, s. 158).

Özel hastane ile hasta arasında var olduğu kabul edilen sözleşmenin kurulması, sözleşmenin hukukî niteliği, bu hukuki niteliğe uygun olarak uygulanması gereken yasal hükümlerin neler olduğu, taraflara düşen hak ve borçlar ile bunlara aykırılığın varlığı hâlinde sorumluluklarının tespiti uyuşmazlığın çözümünde önem taşır.

Özel hastanelerde kural olarak hekim ile hasta arasında değil; hastane ile hasta arasında bir sözleşme ilişkisi vardır. Özel hastane ile hasta arasındaki sözleşme, Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş tipik bir sözleşme değildir. Özel hastaneye başvuran bir hasta veya kanuni temsilcisi ile yapılan ve özel hastane işleticisinin hem tıbbî hem de diğer mutad edimleri (oda, yiyecek, bakım vb otelcilik hizmetleri) yerine getirmeyi üstlendiği sözleşmeye hastaneye kabul sözleşmesi adı verilmektedir.

Hastaneye kabul sözleşmesinin kurulması için herhangi bir şekil şartına uyulması zorunluluğu bulunmamaktadır; hatta bu sözleşmenin zımnî irade açıklaması ile kurulması dahi mümkündür. Bu şekilde hastaneye (hasta) kabul sözleşmesi adı altında, birden fazla edimi içeren, karma yapıda ve nitelikte bir sözleşme ilişkisinin kurulması söz konusudur. Bu sözleşme, özel hastane sahibi/işleticisinin, ayrıca bir tedavi yükümünü üstlenmiş bulunup bulunmamasına göre, tam (bölünmemiş) ya da kısmî (bölünmüş) hastaneye kabul sözleşmesi görünümünde kurulmuş olabilir. Özellikle, tam hastaneye kabul sözleşmelerinde, hastane işleticisinin hastaya karşı; hastalığın teşhis ve tedavisi için gerekli tıbbî hizmetlerin verilmesi edimi başta olmak üzere, hastane bakımının sağlanması, hastanenin organizasyonu ve işleyişini gerçekleştirme yükümleri asli edim yükümleri olarak ortaya çıkmaktadır (Hakeri, H.: Hastane Yönetiminin Sorumluluğu, ... Hukuku Kurultayı, ... Barosu Yayınları 2009, 2. Baskı, s.163; Canbolat, s. 160; Er, s. 69 vd.; Özsunay, E.: Hekim ve Hastanenin Sorumluluğu, A'dan Z'ye ... Hukuku Sempozyum Notları, ... Barosu Yayınları 2007, s. 93; Demir, M.: Hekimin Hukuksal Sorumluluğunun Kaynakları ve Özel Hastane-Kamu Hastanesi Ayrımı, Prof. Dr. ... Naim İnan'a Armağan, ... 2009, s. 276; Akkanat, H.: Hastaneye Kabul Sözleşmesinin Görünüm Tarzları ve Sorumluluk Düzeni, Prof. Dr.... Seliçi'ye Armağan, ... 2006, s. 25 vd; Tandoğan, H.: Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, C.I/1, 4. Bası, ... 1985, s. 71; Cevdet, Y.: Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, 6. Bası, ... 2002, s. 22).

Hastaneye kabul sözleşmesi günümüzde gerek Alman ve İsviçre hukukunda gerekse Türk hukukunda “karma sözleşme” olarak kabul edilmektedirler. Ancak uygulamada getirilen çözümlerde farklılıklar görülmektedir. Örneğin, Alman hukukunda kabul sözleşmesinin çeşidi ne olursa olsun, hizmet sözleşmesi hükümleri uygulanır. İsviçre hukukunda, hasta ile özel hastane arasındaki ilişki, aynen serbest çalışan bir hekim ile hasta arasındaki hukukî ilişkide olduğu gibi, “vekâlet” olarak nitelenmektedir. Türk hukukunda ise, hastaneye kabul sözleşmesinin, asıl edimini oluşturan tıbbî tedavi ediminin ait olduğu tip, yani vekâlet sözleşmesi hükümlerine tabi tutulması, ancak diğer yükümlülüklere ilişkin tipik sözleşme hükümlerinin de niteliklerine uygun düştüğü oranda kıyasen uygulanmasının amaca elverişli olacağı belirtilmiştir (Er, s. 70,71).
Hastane işleticisinin “hastane bakımı” kavramı içinde yer alan edimleri konusunda her hal ve şart için geçerli olabilecek kesin bir sayma yapma imkanı bulunmamaktadır. Ancak, sözleşmede açıkça kararlaştırılmamış olsa bile hastanın ... durumu, hastalığın tipi ve ağırlığına göre dürüstlük ilkesinin zorunlu kıldığı bütün tedbirleri almak zorundadır. Aksi takdirde, gerekli testler yapılmadan hastalığın teşhisine gidilmesi, kan grubu tespitinde hata yapılması, cerrahi müdahalede kullanılan araç ve gereçlerin bozuk olması, ameliyatı takiben kullanılan kompresin gereğinden fazla sıcak olması ve yanıklara yol açması, ruh hastasının kontrol edilmemesi nedeniyle intiharı, yangına karşı gerekli tedbirlerin alınmaması, bozuk yiyecek verilmesi yüzünden zehirlenmelere yol açılması, yeterli ısıtma yapılmadığı için hastalığın ağırlaşması veya yeni hastalığa sebebiyet verilmesi gibi hâllerde hastane işleticisi oluşan zararı tazmin etmek zorundadır. Bunun dışında hastane yönetiminin somut organizasyon yükümlülükleri de bulunmaktadır. Öncelikle hekim dahil bütün ... personelinin seçimi, denetlenmesi ve organizasyonuna ilişkin görevler, gereği gibi yerine getirilmelidir. Örneğin, bir görevin uzmanı olmayan bir kişiye verilmesi hâlinde organizasyon kusuru söz konusudur ve yönetimin tazminat sorumluluğu söz konusu olur (Hakeri, s.166; Hatırnaz Erol, G.: Özel Hastanelerin Hukuki Sorumluluğu ve Hasta Hakları, 2. Baskı, ... 2009, s.58-59).

Hasta, hastaneye kabul edilmekle hastane yetkililerinin himayesine girmiş olur ve haklı olarak kendisine mümkün olan en iyi tedavi ve bakım hizmetinin verilmesini ister. Hastane işletmecisinin “organizasyon yükümlülüğü” aslında onun hastanın şahsına göstermekle yükümlü olduğu özen borcunun bir görünüm tarzından ibarettir (Devermann, M.: Organisationsverschulden im klinischen Bereich, Dissertation Osnabrück 2003, s.1; Aktaran-Akkanat, s. 32).

Hasta, hastaneye tam kabul sözleşmesinde, hastane bakım hizmetleri açısından sadece hastane işletmesini sorumlu tutabilmektedir. Sözleşmenin diğer tarafı olan hasta veya yasal temsilcisinin, özel hastanenin sunduğu tıbbi hizmete (bu hizmete bakım hizmeti de girmektedir) karşılık olarak daha önceden belirlenmiş belli bir miktar ücret ödemekle yükümlüdür. Ayrıca, hasta veya yasal temsilcisi, olanaklar ölçüsünde rahatsızlık ile ilgili belirtiler ve hastalığın seyri hakkında hastaneye bilgi ile beraber, varsa belgelerini de muayene sırasında hekime verilmesi gerekmektedir.

Yukarıda da ifade edildiği gibi, Borçlar Kanunu veya diğer kanunlarda düzenlenmeyen hastaneye kabul sözleşmesi kapsamında, davalı hastanenin sorumluluğu bakımından uygulanabilecek yasal hükümler incelendiğinde;

Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 386. maddesine göre; “Vekâlet, bir akittir ki onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler. Diğer akitler hakkındaki kanuni hükümlere tabi olmayan işlerde dahi, vekâlet hükümleri cari olur.”

Anılan Kanun’un 390/2. maddesine göre de; “Vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir suretle ifa ile mükelleftir.” Bu hükümde geçen "iyi bir suretle ifa" mehaza göre sadakat ve özen ile ifa anlamında kullanılmıştır .

Diğer taraftan BK’nın 390/1 maddesinde yer alan "Vekilin mesuliyeti umumi surette işçinin mesuliyetine ait hükümlere tabidir" hükmü ile vekilin özen borcu genel olarak düzenlenmiştir. İşçinin mesuliyetine dair 321. madde "İhtimam mecburiyeti" başlığı altında işçinin özen borcuna ilişkin olarak "İşçi taahhüt ettiği şeyi ihtimam ile ifaya mecburdur" hükmünü taşımaktadır. Bu düzenlemeye göre vekilin özen borcu çerçevesinde, hedef tutulan sonucun başarılı olması için işlerin mutat cereyanına göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması gerekir. Vekilin özen borcu, ... görürken yöneldiği sonucun olmaması değil bu sonuca erişmek için yaptığı faaliyetleri özenle yürütmesidir (Tandoğan, H.: Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, C. 2, ... 1977, s. 199).

Doktor Hatası Tazminat Davasında Bilirkişi Raporu

Yanlış tedavi doktor hatası tazminat davasında bilirkişi raporunun önemi oldukça fazladır. Zira mahkeme davacı hastanın dava dilekçesinde belirtmiş olduğu hususlar çerçevesinde yapmış olduğu araştırma neticesinde davalıdan hasta dosyasının dosyaya eklenmesini ister ve bu hususların tamamlanması ile birlikte dosyayı tıbbi hata olup olmadığı konusunda araştırılması için bilirkişiye tevdi eder. Bilirkişi yapmış olduğu incelemede hastanın üzerinde de araştırma yapılmasını ve belirtilen aksaklıkların tedavi hatası bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulmasını sağlar. Niteki mahkeme bilirkişiye uzmanlık alanı olmadığından dolayı ve tedavi hatasının olup olmadığı konusunda mahkemeninin mevcut durumlarla karar vermesinin mümkün olmadığı konularında başvurur. Bİlirkişi tarafından hazırlanan raporda davacı hasta aleyhine herhangi bir karşıt durum olmasından sonra süresi içerisinde bilirkişi raporuna itiraz edilerek ya ek rapor alınması ya da dosyanın başka bir bilirkişiye tevdi edilmesi talep edilebilir.

Kural olarak herkes hakkını dayandırdığı olayları ispat etmek zorundadır (4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, m. 6; HMK, m. 190/1). Ancak sözleşmeden doğan sorumlulukta yukarıda bahsi geçen BK 96. madde ile kanun koyucu borçlu aleyhine bir karine koymuş ve kusur yönünden ispat yükünü ters çevirmiştir. Ne var ki bu noktada şu husus göz ardı edilmemelidir: Kusur dışında kalan sözleşmenin ihlâli, zarar ve uygun illiyet bağı gibi unsurların varlığını ispat yükü yine alacaklıya düşmektedir (Eren, s.1055).

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 266. maddesine göre “Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. (Değişik cümle: 3/11/2016-6754/49 md.) Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz” (Aynı yönde; 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu, m. 3/2-3).
Hastane, hekim ve ... çalışanlarının kusurunun tespiti, konunun uzmanlık gerektiren, teknik bir alana ilişkin olması nedeniyle çoğunlukla bilirkişi incelemesi aracılığıyla yerine getirilir. Bilirkişi hekimlik görevinin gerek ve ilkelerine aykırı davranışın bulunup bulunmadığını değerlendirir, mahkeme de bu tespitten istifade ederek sorumluluğun diğer koşullarını da irdelemek suretiyle neticeye varır.

Konsültasyon Eksikliği Doktor Hatası

Tıp hukuku bakımından hasta hakkının ve hastanın kendi geleceğine kendisinin karar vermesine ilişkin hakkın Anayasadan gelen bir hak olduğu unutulmamalıdır. Tedavi görmek için başvurulan hastanede yapılan tıbbi müdahalelerin tıp kurallarına uygunluk taşıması kadar hukuk kurallarına da uygunluk taşıması şarttır. Tıp biliminin kurallarına uygun ancak hukuka aykırı bir tıbbi müdahale hekimin ya da kamu hastanesinin- özel hastanenin sorumluluğuna yol açabilecektir. Bu sebepten ötürü tıp bilimini hukuktan uzak tutmak ne yazık ki geri dönüşü olmayan sorunların yaşanmasına sebebiyet verecektir.

Tıp biliminin her geçen gün gelişmesi, bir önceki dönemlere göre daha çetrefilli bir hal alması ile uzmanlık alanlarının genişlemesi doktorların tıbbi müdahaleyi gerçekleştirdikleri sırada kendi alanlarına girmeyen konularda bu alanda uzman bir hekime danışma yükümlülüğünü ortaya çıkarmıştır. Gerektiği halde konsültasyon talep edilmemesi tıp kurallarına aykırı olduğu gibi hukuken sorumluluk da doğurması bakımından çok elzemdir. Her şeyden önce hastanın hayati tehlike yaşama riski yahut hastalığının ilermesi durumuyla karşılaşılma olasılıkları tıbbi müdahale sırasında konsültasyonun önemini de arttırmaktadır. 

Yargıtayın birçok kararında ameliyat öncesi ya da semptomların gösterdiği durumlar karşılığında hekimin konsültasyon ve tetkiklere başvurmaması durumunu tazminat sorumluluğunun göstergesi olarak kabul ettiği görülmektedir. 

Konsültasyon Eksikliği Doktor Hatasında Tazminat Sorumluluğu

Konsültasyon eksikliği nedeniyle hastanın zarar görmesi durumunda tazminat sorumluluğunun doğup doğmadığı her somut olay bakımından ayrı ayrı ele alınmalıdır. Nitekim hekimin konsülte etmemesi gerekçesi yahut bu konudaki tıp bilgisi konsültasyonun gerekip gerekmediği gibi hususlar somut olayın özelliğine göre belli olacak nitekiktedir. Hekim tıp biliminin kurallarına uygun olarak hareket etmeli ve hastanın durumunu dikkatli bir şekilde gözlemlemeli, gecikmeden özen yükümlülüğüne uygun davranarak hastaya tıbbi müdahale uygulamalıdır. 

Aydınlatma Yükümlülüğü İhlali Mahkeme Kararı

T.C.
BALIKESİR
1. İDARE MAHKEMESİ

ESAS NO    : 2021/
KARAR NO    : 2022/

DAVACI    : ...
VEKİLİ    : AV. BİLGEHAN UTKU
      -UETS[16969-69584-23420]

DAVALI    : SAĞLIK BAKANLIĞI 
VEKİLİ    : ...

MÜDAHİL    : ...
VEKİLİ    : ...

DAVANIN ÖZETİ    :  Davacının 11/09/2020 tarihinde Balıkesir İli, Bandırma Devlet Hastanesinde bel fıtığı ameliyatı olduğu, ameliyat sonucunda 10 adet platin takıldığı, taburcu olmasını müteakiben ağrılarının artması üzerine çekilen MR sonucunda 5-6 adet vidanın yerinden çıktığının tespit edildiği, doktorun 2 hafta sonra gelmesi gerektiğini ve tekrar ameliyat yapacağını belirttiği, ağrılara dayanamadığı ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesinde muayene olduğu, burada tedavi ihtiyacının giderilmediği, sonrasında Eskişehir Şehir Hastanesinde ameliyat olduğu ve ağrılarının dindiği, yanlış tedavi ve aydınlatma, bilgilendirme yükümlülüğünün yerine getirilmemesi nedeniyle davalı idarenin kusurlu olduğundan bahisle uğranıldığı ileri sürülen zararlara karşılık 200.000,00 TL manevi tazminatın zararın meydana geldiği tarihten itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmektedir. 

Bu itibarla; idarenin kusuru, olayın oluş şekli ve zararın niteliği dikkate alındığında, davalı idarenin hizmet kusurundan kaynaklı olarak davacının ameliyatın olası komplikasyonları konusunda yeterince bilgilendirilmemesi nedeniyle, yukarıda aktarılan mevzuat hükümleri uyarınca davacının aydınlatılarak onay verme hakkının elinden alındığı ve bu yükümlülüğün yerine getirilmemesinin yürütülen sağlık hizmetinin gereği gibi işletilmediği konusunda davacıda endişe ve üzüntüye yol açtığı görüldüğünden, davacının duyduğu acı ve üzüntünün kısmen de olsa hafifletilmesi amacıyla hukuka aykırılığı özendirmeyecek ve insanlık onurunu koruyacak düzeyde olması gerektiği dikkate alınmak suretiyle manevi tazminatın zenginleşme aracı olamayacağı ilkesi de gözetilerek manevi tazminat isteminin kısmen kabulü gerektiği kanaatiyle takdiren 20.000,00 TL manevi tazminatın davalı idareye başvuru tarihi olan  08.12.2020 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idare tarafından davacıya ödenmesi, fazlaya ilişkin 180.000,00 TL manevi tazminat isteminin ise reddi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle; 
1-)Davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine, 
2-)Davacının manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 20.000,00 TL manevi tazminatın  davalı idareye başvuru tarihi olan  08.12.2020 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idarece davacıya ödenmesine,

Diş Protezi Doktor Hatası BİM Kararı

 T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
31.HUKUK DAİRESİ            

DOSYA NO    : 2022/
KARAR NO    : 2022/                       (İnceleme aşamasında / Duruşmasız)
                        (HMK. 353/1-a-6 Maddesi Uyarınca Kararın Kaldırılarak Gönderilmesi)

T Ü R K  M İ L L E T İ  A D I N A
İ S T İ N A F   K A R A R I
BAŞKAN        :    
ÜYE        : 
ÜYE        : 
KATİP        : 

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ    : ANKARA 14. TÜKETİCİ MAHKEMESİ
TARİHİ        : 12/04/
NUMARASI        : 

DAVACI    : 
VEKİLİ    : Av. BİLGEHAN UTKU (E tebligat)
DAVALI    : 
VEKİLİ    : 
DAVANIN KONUSU    :Diş Protezi Yapımından Kaynaklanan Maddi-Manevi Tazminat
KARAR TARİHİ    : 
KARAR YAZIM TARİHİ    : 05/12/2022

Davacı vekili tarafından davalılar aleyhine açılan Diş Protezi Yapımından  Kaynaklanan Maddi-Manevi Tazminat davasında mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen karara karşı süresi içinde davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dairemize gönderilen dosyanın yapılan istinaf incelemesi sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İSTEM;
Davacı vekili tarafından verilen 14/12/2020 havale tarihli dava dilekçesinde özetle;  Müvekkilin diş tedavisi olmak üzere davalıya başvurduğunu, tedavi süreci ve sonuçları hakkında kanuna uygun gerekli aydınlatma yapılmadan rızasının alındığını, rıza formunun bir suretinin müvekkiline verilmediğini, muayene sonunda müvekkiline, tüm dişlerinin çekilmesi gerektiği, implant tedavisinin ardından sabit protez yapılması gerektiğinin söylendiğini, sol arkadaki diş hariç tüm dişlerinin kliniğe gelen ağız, diş ve çene cerrahisi uzmanı tarafından çekildiğini, müvekkilinin, Eylül 2019’da, bir ay ara ile üst ve alt çene implant cerrahilerinin yapıldığını, üst sağ bölgeye impant uygulanması amacıyla sinüs lift cerrahisi uygulandığını ancak bilgilendirme, aydınlatılma ve rızası alınmadan bu bölgenin implant uygulanmadan boş bırakıldığını, sonrasında hareketli geçici protezlerin takıldığını, küresel salgın nedeniyle müvekkilinin protez tedavisine başlanamadığını,  Haziran 2020 de müvekkilinin ısrarı ile 3 adet implantın iyileşme başlıklarının takıldığını, bu işlem sırasında anestezi uygulanmadığını,  tedavi için gerekli özenin gösterilmediğini, geçici protezlerin bu başlıklara uyumlandırılamadığını, iki ay sonra protezlerin yapımına başlandığını, davalı ile zirkonyum destekli porselen sabit protez yapılacağı konuşulmasna ve buna ilişkin ücret alınmasına rağmen, müvekkilinin bilgisi ve rızası dışında metal destekli porselen takıldığını, yapılan implantlar ve protezler ile ilgili fatura verilmediğini, müvekkilinin üst çenesine 12 üye tek parça, alt çenesine 14 üye tek parça metal destekli sabit protez yapılıp yapıştırıldığını, yapılan protezin iki günde düştüğünü, bunun üzerine davalının kliniğine gidildiğini ancak ilgilenilmediğini, tartışma yaşandığını, bunun üzerine polis çağrıldığını ve davalıdan şikayetçi olunduğunu, müvekkilinin düşen protezlerin yapıştırılması için başka kliniğe gittiğini, davalı hekimin tıbbi müdahalenin başından itibaren yükümlülüklerini yerine getirmediğini, gerekli özeni göstermediğini, aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmediğini belirterek 35.000,00 TL tedavi ücreti ve 100.000,00 TL manevi tazminat olmak üzere 135.000,00 TL nin davalıdan alınarak müvekkiline verilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

YANIT:
Davalı vekili tarafından davaya cevap dilekçesinde özetle;Davalı tarafa usulüne uygun tebligatın yapıldığı anlaşılmakla dosyaya cevap sunulmadığı görülmüştür. 
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ : 
Ankara 14. Tüketici Mahkemesi'nin 12/04/2022 tarih 2020/381  Esas  2022/126 Karar sayılı kararında özetle; Dava, davalı hekimin hatalı tedavi uyguladığı iddiasına dayalı maddi ve manevi tazminat talebine ilişkindir. 
İstinaf kanun yolu başvurusuna konu edilen karar hakkında; HMK'nın 355.maddesindeki düzenleme uyarınca, istinaf dilekçesinde belirtilen nedenler ve kamu düzenine ilişkin aykırılık bulunup bulunmadığı yönü gözetilerek yapılan inceleme sonucunda;
                 Dava, davalı diş hekimi tarafından davacıya uygulanan implant tedavisinin başarısız uygulanması  nedeniyle davacının  beklentisinin karşılanamadığı ve yeniden implant tedavisi  görmek zorunda kaldığı, bu süreçte maddi kayıplara uğradığı ve manevi acılar yaşadığı iddiasıyla talep edilen maddi ve manevi tazminat isteğine ilişkintir.
Davalı davaya cevap vermemiştir.
 Mahkemece yapılan yargılamada, Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi öğretim üyelerinden oluşan iki kişilik bilirkişi kurulundan alınan rapor ve ek rapor sonrasında ve son olarak alınan ek raporda sonuç itibariyle davacının maddi zararının olmadığının belirtilmesine rağmen, mahkemece bu rapora neden itibar edilmediği de belirtilmeden mahkemece yapılan hesaplama sonucuna göre olay tarihi itibariyle davacıya 16 adet implant uygulandığı, ancak 4 adet implant uygulamasının başarısız olduğu, bu dört adet implantın toplam değerinin  2020 yılı itibariyle 23.069,00 TL olduğu, 16 adet implant uygulama bedelinin ise 79.851,00 TL olduğu, başarısız tedavi oranının %28,89 oranında olduğu, bu haliyle toplam ödenen bedelin yani 35.000,00 TL'nin %28,89 oranına karşılık gelen kısmı olan 10.111,50 TL'nin olay tarihi olan 15/09/2020 tarihi itibariyle davacıya iade edilmesi gerektiği kabul edilerek davanın kısmen kabulü ile 10.111,50 TL maddi tazminatın ve 8.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine dair karar verilmiş, bu karara karşı davacı vekilinin yukarıda belirtilen gerekçelerle istinaf yoluna başvurduğu anlaşılmıştır.
Mahkemece, davacıya uygulanan implant işlemi sırasında davalı doktorun gerekli dikkat ve özeni gösterip göstermediği, yapılan işlemlerin tıp bilimi açısından yeterliliği, buna göre davalının sorumluluğunu gerektirecek bir ihmal ve hatanın bulunup bulunmadığı konusunda bilirkişi kurulundan rapor alınmasına karar verildiği ve bu doğrultuda dosyaya rapor sunan akademisyen bilirkişilerden oluşan bilirkişi kurulunun kök ve ek raporları birbirleriyle çelişkili olduğu halde ve son olarak verilen bilirkişi ek raporunda davacının maddi yönden zararının bulunmadığı belirtilerek maddi tazminat hesabı yönünden farklı görüş belirtilmesine rağmen bu rapora itibar edilmeyerek mahkeme hakimince yapılan maddi tazminat hesabına göre davacının 10.111,50 TL maddi zararının bulunduğu kabul edilerek davanın sonuçlandırılmış olması dosya kapsamına ve usul ve yasa hükümlerine uygun düşmemiştir. 
Zira hakim, HMK'nın 282. maddesi gereğince bilirkişinin görüşü ile mutlak olarak bağlı olmayıp, diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir ise de, mahkemece bu değerlendirmenin ne şekilde yapıldığı, hangi delil ve gerekçeyle bilirkişi raporunun bu bölümüne katılınmadığı belirtilmesi gerekirken herhangi bir neden gösterilmeden sözkonusu bilirkişi raporuna itibar edilmemesi ve HMK'nın 281/2. maddesi hükmünce ek rapor alınmaksızın ya da 281/3. maddesine göre bu konuda yeniden seçilecek bilirkişiden rapor alınmaksızın davanın sonuçlandırılması doğru olmadığından davacı vekilinin istinaf başvurusu bu sebeple haklı görülmüştür.
Yine taraflar arasında  davacı iş sahibi tarafından davalıya 35.000,00  TL ödendiği ihtilâfsızdır. Davacı davasında, 6098 sayılı TBK'nın 475/1 maddede tanınan sözleşmeden dönme seçimlik hakkını kullanarak ödediği bedelin iadesini talep etmiştir. İş bedelinin tamamının iş sahibi tarafından yükleniciye (somut olayda davalı doktora)  ödenmesi halinde eksik ve kusurların giderim bedeli hüküm altına alınabilir ise de Yargıtay Özel Dairesinin  yerleşik içtihat ve uygulamalarında iş bedelinin tamamen  ödenmemiş olması halinde eksik ve kusurların giderim bedeli değil, varsa fazla ödenen bedelinin iadesine karar verilmesi gerektiği kabul edilmektedir. Somut olayda mahkemece tarafların 35.000,00 TL  iş bedeli konusunda anlaştıkları ve iş bedelinin tamamının ödendiği kabul edilmiş ve hükme karşı davalı taraf istinaf yoluna başvurmadığından bu husus davalı yönünden kesinleşmiş durumdadır. 
Bu durumda mahkemece bilirkişiden rapor aldırılırken bu durum göz önüne alınarak yani  iş bedelinin tamamının ödenmiş olduğundan yapılan işin eksik ve kusurlarıyla birlikte tüm işe oranının bulunarak bu oranın iş bedeline uyarlanarak davacı iş sahibinin talep edebileceği bedelin hesabı mümkün olmadığından iş bedelinin tamamının ödenmiş olduğu    belirtilmek suretiyle davalı hekim tarafından hatalı olarak implant uygulamasının yapıldığının tespiti halinde eksik ve kusurlu  olarak uygulanan  implant işlemi sebebiyle bu eksik ve kusurlu işlemin yeniden yapım bedelinin eksik ve kusurlu işin yapıldığı tarihe, dava açılması için geçecek makul bir sürenin ilavesi ile bulunacak tarih itibariyle hesaplanması gerektiği hususu göz önüne alınarak rapor aldırılması  ve bu şekilde toplanan tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi suretiyle davanın esas yönünden sonuçlandırılmalıdır.(Yargıtay Kapatılan 15.H.D.'nin 2016/1760 Esas-2016/4501 Karar sayılı ilamı)
Yukarıda açıklanan nedenlerle; davacı vekilinin vekilinin istinaf başvurusunun esasa ilişkin hususlar incelenmeksizin kabulüne, mahkeme kararının HMK'nın 353/1-a.6 maddeleri gereğince  kaldırılmasına, dosyanın dairemiz kararına uygun şekilde davanın yeniden görülerek sonuçlandırılması için kararı veren mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekmiş, aşağıdaki hüküm kurulmuştur.

1-Davacı vekilinin  istinaf başvurusunun esasa ilişkin hususlar incelenmeksizin KABULÜNE,
2-.Ankara 14. Tüketici Mahkemesinin 12/04/2022 Tarih ve 2020/381  Esas 2022/126 Karar  sayılı kararının HMK’nun 353/1-a-6 maddeleri gereğince KALDIRILMASINA,
3-Dosyanın dairemiz kararına uygun şekilde yeniden inceleme ve araştırma yapılarak esasa ilişkin yeni bir karar verilmek üzere ilk derece mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

Konsültasyon Eksikliği Doktor Hatası Danıştay Kararları

Konsültasyon istemeden ve hasta başına gitmeden yapılan tıbbi müdahale

T.C.
D A N I Ş T A Y
ONBEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2016/6904
Karar No : 2018/8416

Temyiz Edenler (Davacılar) :
Vekilleri :
Karşı Taraf (Davalı) :
Vekili :

İstemin Özeti : .... İdare Mahkemesi'nin ... tarih ve E:... ; K:... sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Davalı idare tarafından mahkeme kararının hukuka uygun olduğu, davacı tarafın temyiz istemlerinin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi :
Düşüncesi :
TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi'nce, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'na ekli (I) sayılı cetvelde yer aldığı cihetle 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 2/1-ç ve 6/1 maddeleri uyarınca taraf sıfatını haiz bulunduğundan bakılan davada hasım mevkiine alınan 'nun, 25.08.2017 tarih ve 30165 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 203/1-ğ maddesi ile 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'na ekli (I) sayılı cetvelden çıkartılarak anılan Kanun Hükmünde Kararname'nin 184. maddesi ile Kamu Hastaneleri Genel Müdürlüğü adıyla Sağlık Bakanlığı'nın hizmet birimi olarak teşkilatlandırıldığı anlaşıldığından, dosya Sağlık Bakanlığı husumetiyle ele alınıp, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenerek dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

Dava; davacılar tarafından, murisi oldukları.....'in rahatsız olması üzerine acil olarak kaldırıldığı idareye bağlı hastanede gerekli tedavi ve bakımın yapılmaması nedeniyle vefat ettiği, ölümünde idarenin hizmet kusuru olduğundan bahisle zararlarının karşılanması istemiyle 07/07/2014 tarihinde yapılan başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine (eş ve iki ayrı çocuk için ayrı ayrı 1.000-TL olmak üzere) toplamda 3.000-TL maddi ve (eş ve iki ayrı çocuk için ayrı ayrı 50.000-TL olmak üzere) toplamda 150.000-TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

... İdare Mahkemesince; davacılar murisinin rahatsızlanması üzerine kaldırıldığı .... Hastanesi'nde uygulanan muayene, tetkik, teşhis ve diğer tıbbi uygulamaların tıp kurallara uygun olup olmadığının tespiti için bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş, bu maksatla hazırlanarak dosyaya sunulan Adli Tıp Kurumu 1 Adli Tıp İhtisas Kurulu'nun .... karar sayılı raporunda özetle; "davacıların murisinin 21.05.2014 tarihinde çalıştığı okulda kısa süreli bayıldığı, ambulans ile 11:50 de .... Hastanesi'ne götürüldüğü, acil serviste doktor ... tarafından görüldüğü, muayene ve tetkiklerin yapıldığı 12:13 de hastaya tedavisinin verildiği, tedavisi biten hastanın 13:52 de doktor tarafından taburcu edildiği, hastanın aynı gün 14:28 de sedye üzerine acile getirildiği, 14:30-15:00 arasında hastanın sedye üzerine bırakıldığı, herhangi bir doktor tarafından muayenesinin yapılmadığı,15:30 civarında hastanın sedye üzerinde fenalaştığı acil müdahale odasına alındığı, resüsiltasyon yapıldığı, 45 dk sonra hastanın entübe şekilde anjioya alındığı, tıkalı damarda açıklık ve kan akımı sağlandığı, korener yoğun bakıma alındığı nörolojik durumunda düzelme olmayan hastanın nöbet geçirmesi üzerine nöroloji tarafından değerlendirildiği, takip ve tedavisi devam ederken 25.05.2014 tarihinde öldüğü dikkate alındığında, kişinin muayenesi yapıldığı, gerekli tetkiklerinin ve konsültülasyonlarının istendiği, ilk müracaatında çekilen EGK'nin Kurulca yapılan değerlendirmesinde de akut myokart infarktüsü bulguları tespit edilmediği, bu bulgulara önerilerle taburcu edilmesinin uygun olduğu, yarım saat sonra ikinci kez müracaat ettğinde tetkikleri henüz yapılamadan kısa bir süre içinde solunum ve dolaşım durduğu, uygun yeniden canlandırma, tüm tedaviye rağmen ölümün gerçekleştiği cihetle kişinin muayene takip ve tedavisine katılan hekimlere kusur atfedilemeyeceği" kanaati bildirilmiş, idare mahkemesince anılan raporda yer alan tespit ve kanaatlere istinaden davanın reddine karar verilmiştir.

Davacılar tarafından, mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek kararın bozulması istenilmektedir.
Anayasanın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.

İdare hukukunun ilkeleri ve Danıştayın yerleşik içtihatlarına göre, zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı hallerde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için, zararın, idarenin açık ve belli bir ağırlıktaki hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir.

Genel anlamı ile tam yargı davaları, idarenin faaliyetlerinden ötürü, hakları zarara uğrayanlar tarafından idare aleyhine açılan tazminat davalarıdır. Bu tür davalarda mahkeme, hem olayın maddi yönünü, yani zararı doğuran işlem ve eylemleri, hem de bundan çıkabilecek hukuki sonuçları tespit edecektir.

Tam yargı davalarında, öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunun denetlenmesi esas alındığından, mahkemece olayın oluşumu ve zararın niteliği irdelenip, idarenin hizmet kusuru olup olmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesi, tazminata hükmedilirken de her halde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir.

Dosyanın incelenmesinden; davacılar murisinin 21/05/2014 tarihinde çalıştığı okulda kısa süreli bayıldığı, bilinç kaybı, soğuk terleme ve bulantı şikayetleri bulunan hastanın ambulans ile saat:11:50'de .... Hastanesi'ne götürüldüğü, acil serviste görevli doktor tarafından görüldüğü, muayene ve tetkiklerin yapıldığı saat:12:13'de hastaya tedavisinin verildiği, tedavisi biten hastanın saat:13:52'de tedaviyi sürdüren doktor tarafından taburcu edildiği, hastanın taburcu olduktan kısa süre sonra hastanenin karşısında bulunan otobüs durağında beklerken yeniden fenalaştığı, olay yerine çağrılan ambulansla saat:14:28'de sedye üzerinde anılan hastanenin acil servisine tekrar getirildiği, acil serviste gözlem odasında bekletilen hastanın eşinin ambulansta ölçülen tansiyon, nabız ve kan şekeri değerlerini kısa süre önce hastayı taburcu eden doktora gösterdiği, görevli doktorun bu tetkikleri 1-2 saat önceki tetkikler ile birlikte yorumladığı, hastanın durumunu normal olarak değerlendiren hekimin hastayla ilgili ilave tetkik ve konsültasyon istemeden ve hasta başına gitmeden yorum yaptığı, hastanın eşi tarafından doktorun kendisine hastanın kan şekerinin düştüğü, fenalaşmasının nedeninin buna bağlı olabileceğini, hastaya bir şeyler yedirmesini tavsiye ettiğinin ifade edildiği, bunun üzerine eşi tarafından hastaya bir şeyler yedirilmeye çalışıldığı, hastanın bekleme sürecinde bir ara sedyeden ayağa kalkmaya çalıştığı fakat fazla duramayıp yüzü koyun sedyeye yattığının incelenen kamera kayıtlarından tespit edildiği, saat:14:30-15:30 arasında sedye üzerinde bırakılan ve bu sürede herhangi bir doktor tarafından muayenesi yapılmayan hastanın saat:15:30 civarında sedye üzerinde fenalaştığı acil müdahale odasına alındığı, resüsiltasyon yapıldığı, 45 dk. sonra hastanın entübe şekilde anjioya alındığı, tıkalı damarda açıklık ve kan akımı sağlandığı, korener yoğun bakıma alındığı nörolojik durumunda düzelme olmayan hastanın nöbet geçirmesi üzerine nöroloji tarafından değerlendirildiği, takip ve tedavisi devam ederken 25/05/2014 tarihinde vefat ettiği anlaşılmaktadır.

Davacılar tarafından, saat:13.52'de taburcu edilen hastanın çok kısa bir süre sonra fenalaşarak saat:14.28'de ambulansla yeniden aynı hastanenin acil servisine getirilmesi üzerine yaklaşık 1 saat boyunca acil serviste sedye üzerinde bekletildiği, bu süre zarfında herhangi bir doktor tarafından muayene edilmeyen hastanın ambulansta ölçülen tansiyon, nabız ve kan şekeri değerleri önceki tetkik sonuçları ile birlikte değerlendirilerek yorum yapıldığı, halbuki taburcu olduktan çok kısa bir süre sonra yeniden fenalaşan hastaya daha dikkatli yaklaşılarak ileri tetkik, tahlil ve konsültasyonların yapılmasının gerektiği, hasta hakkında gerekli tıbbi işlemlerin yapılmamış olmasının hekimin tedaviden kaçınması anlamına geldiği ve bunun ağır bir hizmet kusuru olduğu, mütevaffanın takip ve tedavisini yürüten sağlık personelinin tedbirsiz davrandığı iddia edilmektedir.

Dosyaya sunulan ve idare mahkemesince de hükme esas alınan Adli Tıp Raporu incelendiğinde; söz konusu raporda müteveffanın muayenesinin yapıldığı, gerekli tetkiklerin ve konsültasyonların istendiği, tedaviye katılan hekimlere kusur atfedilemeyeceği belirtilmişse de; müteveffanın acil servise ilk başvurusundan sonra yapılan tetkik ve tahlillerin yalnızca acil hekimi tarafından mı değerlendirildiği yoksa konsültasyon hekim yardımı alınıp alınmadığı, ilk başvuru üzerine yürütülen (saat:11.50-13.52 arası) tıbbi uygulamaların tıp bilimi açısından yeterli olup olmadığı, elde edilen tıbbi verilerin hastanın taburcu olmasına karar verilebilmesi için yeterli olup olmadığı, hastanın ileri tetkik ve konsültasyonu gerektiren ve taburcu edilmesine mani bir durumun bulunup bulunmadığı, taburcu olduktan sonra çok kısa bir süre sonra fenalaşan ve tekrar aynı hastanenin acil servisine ikinci kez başvuran müteveffaya daha dikkatli bir yaklaşım izlenmeksizin 1 saat boyunca sedye üzerinde bekletilmesi, bu süre zarfında hiçbir hekim tarafından muayene edilmeden ve herhangi bir tetkik, tahlil ve konsültasyon istenilmemesinin tıbben uygun olup olmadığı, bu süre içinde hastayı takip eden hekimin ambulansta ölçülen tansiyon, nabız ve kan şekeri değerleri ile taburculuk öncesi tahlil, tetkik sonuçlarını değerlendirmekle yetinmesinin ve hastaya olan bu yaklaşımın tıbben kabul edilip edilemeyeceği, ilk başvurusunda bilinç kaybı, soğuk terleme ve bulantı şikayetleri üzerine akut myokart infarktüsüne yönelik tetkiklerin de yapılmasına karar veren görevli hekimim ikinci ve normal olmayan başvuru üzerine aynı yaklaşımı sergilemeyip 1 saat borunca hastayı sedye üzerinde bekletmesinin tıbben kabul edilip edilemeyeceği, yine davacı tarafından iddia edildiği üzere şeker rahatsızlığı olduğu bilinen ve rahatsızlığının nedenin bu olduğu söylenen mütevaffanın, 1 saat boyunca sedye üzerinde bekletilmiş olmasının hastanın gerçek ölüm nedeni üzerinde bir etkisinin bulunup bulunmadığının açıkça değerlendirilmediği görülmektedir.

İdare Mahkemesince, yukarıda belirtilen hususlarda yeterince açık tespit ve değerlendirmeleri içermeyen, davacı iddialarını da tam olarak karşılamayan Adli Tıp Raporu hükme esas alınarak karar verilmesinde hukuken isabet görülmemiştir.

Bu durumda, İdare Mahkemesi'nce; yukarıda belirtilen hususların cevapları ile davacı tarafın iddialarını tam olarak karşılayacak biçimde, Üniversite bünyesinde görev yapan ve müteveffanın rahatsızlığı ile ilgili branşta uzman, profesör seviyesinde en az 3 öğretim üyesinden oluşacak bilirkişi heyetinden yeni bir rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, ... İdare Mahkemesi'nin ... tarih ve E:... ; K:... sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20/12/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Konsültasyon İstenilmesinde Geç Kalınması

Danıştay

15. Daire 2013/4101 E.,

2014/4341 K.,

27.05.2014 T.

Temyiz Eden (Davacı): …

Vekili : Av. … Karşı Taraf (Davalı) : Cumhuriyet Üniversitesi Rektörlüğü

Vekili : Av. … İstemin Özeti : Sivas İdare Mahkemesi'nin 30/10/2009 tarih ve E:2009/515; K:2009/1102 sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi : Ali Fuat Demirkol

Düşüncesi : Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi'nce tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:

Dava; Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde davacıya konulan teşhis ve yapılan tedavinin hatalı ve gecikmeli olması nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü 20.000-TL maddi ve 50.000-TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır. Sivas İdare Mahkemesi'ce;2659 sayılı Kanun uyarınca, mahkemeler tarafından gönderilen adli tıp konularında bilimsel ve teknik görüş bildirmekle yükümlü olan Adli Tıp Kurumu Başkanlığı'nca hazırlanan 10.03.2004 tarihli sayılı rapor uyarınca davalı idareye atfedilecek kusur bulunmadığının ifade edildiği ve mahkemece bu rapora itibar edilmesinin zorunlu olduğu ve dava konusu tazminat isteminin yasal dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek, anılan İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Anayasanın 125. maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır. İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.

İdare hukuku ilkeleri ve Danıştay'ın yerleşik içtihatlarına göre, zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumunda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı hallerde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için; zararın, idarenin ağır hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir.

Bünyesinde risk taşıyan hizmetlerden olan sağlık hizmetinden yararlananın zarara uğraması halinde, bu zararın tazmini, idarenin ağır hizmet kusurunun varlığı halinde mümkün olabilir. 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu'nun 1. Maddesinde, adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak üzere Adalet Bakanlığına bağlı Adli Tıp Kurumunun kurulduğu, 2.maddesinde Adli Tıp Kurumu'nun, mahkemeler ile hakimlikler ve savcılıklar tarafından gönderilen adli tıp ile ilgili konularda bilimsel ve teknik görüşlerini bildirmekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 268 maddesinde; "kanunların görüş bildirmekle yükümlü kıldığı kişi ve kuruluşlara görevlendirildikleri konularda bilirkişi olarak öncelikle başvurulur. Ancak, kamu görevlilerine, bağlı bulundukları kurumlarla ilgili dava ve işlerde, bilirkişi olarak görev verilemez" hükmü yer almaktadır.

Dosyanın incelenmesinden; 1983 doğumlu davacının 04.08.1999 tarihinde Ankara Başkent Hastanesinde atriyal septal defekt ameliyatı olduğu, 28.08.1999 tarihinde karın ağrısı, nefes darlığı, bayılma şikayetiyle başvurduğu Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde kalp etrafında sıvı nedeniyle kalp tamponadı teşhisi konularak kardiyoloji servisine yatırıldığı ve drenaj tedavisi uygulandığı, 28.09.1999 tarihinde hastanın kötüleşmesi, bilincini kaybetmesi üzerine kalp ve damar cerrahi bölümünden konsültasyon istendiği, sol hemipleji ve santral fasyal paranilizin sereblal tromboemboli tespit edildiği, acil cerrahi müdahele için ameliyathaneye götürüleceği sırada hastanın kalbinin durduğu, kalp masaj yapılarak tekrar çalıştırıldığı, daha sonrasında hasta ameliyata alınarak kalp boşluğundaki sıvı boşaltılıp perikard tüpü yerleştirildiği, hasta bundan sonraki süreçte kalp rahatsızlığını iyileştiği ancak hastada hipoksi nedeniyle sol tarafında sakatlık meydana geldiği, Sivas Numune Hastanesinin 09.10.2010 tarihli raporuna göre % 60 oranında çalışma gücü kaybının olduğu, davacı tarafından Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde yapılan tedavinin, hatalı ve gecikmeli olduğundan bahisle iş gücü kaybına uğranıldığı ileri sürülerek, davalı idarenin hizmet kusuruna dayalı olarak 2.000-TL maddi 2.000-TL manevi zararın tazmini istemiyle 19.04.2002 tarihinde Sivas Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açıldığı, Sivas 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 01.04.2008 tarih ve E:2002/225, K:2008/116 sayılı görevsizlik kararının Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 25.03.2009 tarih ve E:2008/9605 K:2009/4419 sayılı kararıyla onanarak 24.04.2009 tarihinde davacıya tebliğ edilmesi üzerine, 12.05.2009 tarihinde Mahkeme kayıtlarına giren dava dilekçesi ile davalı idarenin hizmet kusuruna dayalı olarak 20.000-TL maddi, 50.000,-TL manevi zararın tazmini istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlıkta, Sivas 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2002/225 esas sayılı dava dosyası içerdiğinden davacının Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesindeki tedavisinde hizmet kusuru bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla yaptırılan bilirkişi raporlarının incelenmesinden; Adli Tıp Kurumuna yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen 10.03.2004 tarihli raporda sonuç olarak; davacının 04.08.1999'da geçirmiş olduğu ASD onarım operasyonundan 23 sonra 27.08.1999'da kalp tamponadı teşhis edilerek, drenaj tedavisi yapılırken 09.09.1999'daki muayenesinde tespit edilen sol hemipleji ve santral fasyal paranilizin sereblal tromboemboli nedeniyle oluşmuş olabileceği, bunun operasyonun beklenen komplikasyonlarından olması nedeniyle Cumhuriyet Üniversitesine atf-ı kabil kusur bulunmadığı belirtildiği, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalından 3 öğretim görevlisince Adli Tıp raporuna yapılan itiraz üzerine düzenlenen 04.03.2005 tarihli raporda; hastanın ilk başvuru tablosuna uygun tanı ve tedavi metodlarıyla yaklaşıldığı, ancak etkin, kalıcı rahatlamanın sağlanamamasından dolayı daha etkili perikard sıvısı boşaltma metodu olabilecek cerrahi tüp drenajı gerekliliği konusunda daha erken ve elektif şartlarda kalp cerrahisi konsültasyon yapmanın uygun olacağı, hastanın mevcut durumunun tedavinin gecikmesiyle ilgili olabileceği belirtildiği, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalında görevli 3 öğretim görevlisince hazırlanan 18.10.2005 tarihli raporda; kalp etrafında toplanan sıvı nedeniyle beyne yeteri kadar kan pompalanamadığı, kalpte biriken sıvının EKG'de belirtileri çıkar çıkmaz hastaya tüp yerleştirilseydi beyne yeteri kadar kan ve oksijenin gideceği ve hastada felç ve konuşamama rahatsızlığının ortaya çıkmamış olacağı, davacıya yapılan tıbbi müdahaleler ve tedavileri gerekli ve doğru olduğu, ancak kalp damar cerahisi kliniğinden konsültasyon istemede geç kalındığı belirtildiği, yine Adli Tıp Kurum Başkanlığı'ndan davacının maluliyet tespiti istemi sonrası düzenlenen 11.09.2006 raporda; davacının geçirdiği rahatsızlığın, operasyonun beklenen komplikasyonlarından olduğu ve davalı idareye atf-ı kabil kusur bulunmadığından maluliyet tayinine mahal olmadığı belirtildiği, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalından davalı idarenin kusur oranının tespiti amacıyla ek rapor istenmesi sonucu düzenlenen 21.11.2007 tarihli raporda davalı idarenin kusur oranının %20 olduğu belirtildiği anlaşılmaktadır. İdare Mahkemesince, 2659 sayılı Kanun uyarınca, mahkemeler tarafından gönderilen adli tıp konularında bilimsel ve teknik görüş bildirmekle yükümlü olan Adli Tıp Kurumu Başkanlığı'nca hazırlanan 10.03.2004 tarih ve 783 sayılı rapor uyarınca davalı idareye atfedilecek kusur bulunmadığının ifade edildiği ve mahkemece bu rapora itibar edilmesinin zorunlu olduğu ve dava konusu tazminat isteminin yasal dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de; öncelikle Mahkemelerin Adli Tıp Kurumu Başkanlığı'nca hazırlanan raporlara itibar edilme zorunluluğu bulunmamakta olup Mahkemeler bilirkişi seçiminde özgürdürler ve aksi bir durum mahkemelerin bağımsızlığı ve adil yargılama ilkeleriyle bağdaşmama sonucunu doğuracaktır. Nitekim Anayasa Mahkemesinin 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un ceza davalarında sağlık konuları hakkında bilirkişi incelemesinin Yüksek Sağlık Şurası tarafından yaptırılmasına dair 75. maddesinin iptaline ilişkin 21.10.2010 tarih 2009/69 sayılı kararında da mahkemelerin bilirkişi seçiminde özgür olduğu belirtilmiştir. Öte yandan dava konusu olayda davacının Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesindeki tedavisinde sunulan sağlık hizmetinin kusurlu olduğu Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı ve İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalında görevli görevli öğretim görevlilerince hazırlanan raporlarda ortaya konulduğu anlaşılmaktadır.

Buna göre İdare Mahkemesince olayda sağlık hizmetinin kusurlu işletildiği kabul edilerek davacının tazminat istemi hakkında karar verilmesi gerekirken davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Kanun'un 49. maddesine uygun bulunan davacı temyiz isteminin kabulü ile Sivas İdare Mahkemesi'nin 30/10/2009 tarih ve E:2009/515; K:2009/1102 sayılı kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 27/05/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Göz Konsültasyonu İstenmemesi ve Göz Muayenesi Yaptırılmaması

T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No : 2019/1162
Karar No : 2019/2899

TEMYİZ EDEN (DAVALI) :
VEKİLİ :
KARŞI TARAF (DAVACILAR) :
VEKİLLERİ :
MÜDAHİL (DAVALI YANINDA) :
İSTEMİN KONUSU :.... İdare Mahkemesinin ... tarih ve E:.../..., K:.../... sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :

Dava konusu istem : Davacıların çocuğu küçük 'nın 30/05/2004 tarihinde geçirdiği trafik kazasının ardından kaldırıldığı ... Devlet Hastanesi'nde yürütülen tedavi sürecinde gereken dikkat ve özenin gösterilmemesi nedeniyle sol gözünün görme fonksiyonunu kaybettiğinden bahisle uğranıldığı ileri sürülen zarara karşılık ...-TL maddi ve ...-TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmiştir.

İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: .... İdare Mahkemesince verilen ... tarih ve E:.../..., K.../.... sayılı kararda; Danıştay Onbeşinci Dairesinin 22/02/2018 tarih ve E:2017/1751, K:2018/2018 sayılı kararı ile ... tarih ve E:.../..., K:.../...sayılı İdare Mahkemesi Kararının, maddi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmının onanması, manevi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmının ise bozulması üzerine bozma kararına uyularak, "Dosyada yer alan Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu'nun 17.12.2007 tarih ve 7437 sayılı raporunda, kaza günü çekilen (30.05.2004 tarihli) kranial BT ve 6 adet grafinin tetkikinde; sol orbita lateral duvarında deplase kırık, sol orbita tabanında maksilla sinüs anterior duvarı içine alan çökme kırığı, sol zygomada kırık, sol orbita medial duvarında ve etmoid sinüs üst posterior kesiminde kırık, sol orbita perforasyonu ve hemoraji saptandığının belirtildiği, kaza sonrası geldiği acil serviste yapılan muayenesinde çocuğun sol gözünün altında ciltte kesi olduğunun görüldüğü, göz çukurundaki kemiklerde kırıkların, göz altında ciltte kesinin olmasına rağmen gerek acil serviste gerekse yatırıldığı serviste kaldığı süreçte göz konsültasyonu istenerek göz muayenesinin yaptırılmadığı görülmektedir. Dosyada yer alan Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu ve Adli Tıp Genel Kurulu raporlarında da kaza sonrası ilk göz muayenesinin olayı izleyen 8. günde yapılmasının eksik bir tıbbi işlem olduğu belirtilmektedir.

Adli Tıp Genel Kurulu raporunda yer alan "sol gözdeki yaralanmanın çok ağır olduğu, sol gözün içeriğinin kısmen boşaldığı ve optik sinir kesisi de bulunması göz önüne alındığında bu düzeydeki ağır orbita yaralanmalarında görme kaybının beklenebilir bir sonuç olduğu, optik sinir kesilerinde zamanında ameliyat olsa bile görme fonksiyonunun geri gelmesinin mümkün olmadığının tıbben bilindiği, dolayısıyla hekimin eylemiyle ortaya çıkan görme kaybı arasında illiyet bağı bulunmadığı" yönündeki tespitler uyarınca davacıların çocuğunda gelişen görme kaybı ile sağlık hizmeti kapsamındaki tıbbi uygulamalar arasında uygun illiyet bağı kurulamamış ise de, çocuğun hastanede kaldığı süreçte göz muayenesinin yaptırılmamış olmasının sağlık hizmetinin gerektiği gibi yürütülmediği, bu nedenle görme kaybının geliştiği yönünde şüphe, endişe ve üzüntüye yol açtığı görüldüğünden, olayın oluş şekli ve zararın derecesi ve niteliği dikkate alınarak, yaşanan elem ve üzüntünün hafifletilebilmesi amacıyla davacı lehine takdiren...-TL manevi tazminata hükmedilmesi uygun görülmüştür." gerekçesiyle davacının manevi tazminat isteminin kısmen kabulüyle, ...-TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin manevi tazminat isteminin reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davalı idare tarafından, Adli Tıp Kurumu Raporunda illiyet bağının bulunmadığı açıkça tespit edilmişken, bilimsel olmayan bir yaklaşımla, olayda hizmet kusurunun olduğu sonucuna ulaşılarak tazminata hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülmektedir.
KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Davacı tarafından savunma verilmemiştir.
DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ ....
DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin reddi ile usul ve yasaya uygun olan Mahkemesi kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra dosya tekemmül ettiğinden yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin işin gereği görüşüldü:

HUKUKİ DEĞERLENDİRME :

İdare ve vergi mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1.Davalı idarenin temyiz isteminin reddine,

doktor-hatasinda-devlet-hastanesinin-sorumlulugu

Devlet Hastanesi Tazminat Davası Zamanaşımı Danıştay Kararı

Olayda; davacının temyiz dilekçesine eklemiş olduğu bilgi ve belgelerde; Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Hastanesi üroloji servisinde, hidronefroz tanısıyla 29/01/2014 tarihinde ameliyat geçirdiği, ardından 26/02/2014 ve 09/06/2014 tarihlerinde ise üriner sistem enfeksiyonu ve hidronefroz tanısıyla tekrar ameliyat geçirdiği görülmektedir. İdare Mahkemesince; davacının hastanede kaldığı dönem içerisinde üroloji servisine sevkinin yapıldığı, burada görevli doktor tarafından sözlü olarak davacıya ve ailesine geçirmiş olduğu ameliyatta böbreklerine zarar verildiğinin söylenmesi sonucu zararın öğrenildiği, kaldı ki zararın meydana geldiğinin en geç davacının oğlunun ameliyatı yapan doktor hakkında İl Sağlık Müdürlüğü'ne şikayet başvurusunda bulunduğu 31/01/2014 tarihi itibariyle öğrenildiğinin kabulü gerektiği, bu tarihten itibaren bir yıllık başvuru süresi içerisinde başvuru yapılmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiş ise de; davacının dosyaya sunduğu bilgi ve belgelerden hidronefroz ve üriner sistem enfeksiyonu tanısıyla 09/06/2014 tarihinde tekrar ameliyat edildiği, davacının şikayetlerinin bu tarih itibarıyla devam ettiği, dolayısıyla zararın kesin ve net biçimde henüz ortaya çıkmamış olduğu, idari eylem, zarar ve eğer söz konusu ise idari eylem ile zarar arasındaki illiyet bağı şartlarının birlikte gerçekleştiğinin 09/06/2014 tarihinde gerçekleştirilen ameliyat sonrasında öğrenilebileceğinin kabulünün gerektiği anlaşıldığından, bu tarihten itibaren bir yıllık süre içinde, 09/04/2015 tarihinde idareye maddi ve manevi tazminat istemiyle yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine 07/09/2015 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunmamakta, uyuşmazlığın esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekmektedir. Bu itibarla, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yönündeki İdare Mahkemesi kararına yönelik olarak davacının istinaf isteminin reddine ilişkin temyize konu Bölge İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır. T.C. D A N I Ş T A Y ONUNCU DAİRE Esas No : 2019/5983 Karar No : 2021/2503

Devlet Hastanesi Tazminat Davasında Taraf Teşkili Sağlanması Danıştay Kararı

Dava dosyasının incelenmesinden, davanın, ... tarafından, kendi adına asaleten, ... ve ...'ye velayeten açıldığı, dava devam ederken küçüklerin anneanneleri ... tarafından ... ve ...'nin velayetinin değiştirilmesinin talep edildiği, … Aile Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararı ile davanın kabulü ile küçükler ... ve ...'nin davacı ...'de olan velayetlerinin kaldırılmasına karar verildiği görülmektedir. Buna göre davacı küçükler bakımından yeni velayet durumları gözetilerek Mahkemece davacılardan ... ve ...'nin velayetlerinin verildiği kişiye de davanın ihbar edilmesi gerekmektedir. Danıştay 10. Daire Başkanlığı  2019/6686 E.  ,  2021/1438 K.

Devlet Hastanesi Tazminat Davasında Vekalet Ücreti Danıştay Kararı

Bu durumda; reddedilen maddi tazminat talebi yönünden davalı idare lehine Mahkeme kararının verildiği tarihte yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre duruşmalı işler için maktu olarak belirlenen 1.500,00 TL vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinden, Mahkeme kararının hüküm fıkrasında yer alan "Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'ne göre maddi tazminat için belirlenen 3.600,00-TL" ibaresinin "Avukatlık Asgarî Ücret Tarifesi uyarınca reddedilen maddi tazminat için duruşmalı işler için maktu olarak belirlenen 1.500,00 TL" olarak düzeltilmesi gerekmektedir. Danıştay 10. Daire Başkanlığı 2019/6531 E.  ,  2021/1444 K.

Devlet Hastanesi Tazminat Davasında Çelişkili Bilirkişi Raporu

Kişilerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddasıyla tıbbi ihmale dayalı olarak açılan tam yargı davaları bakımından hükme esas alınan bilirkişi raporlarında, bilirkişinin somut tıbbi verileri kullanarak, sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle her türlü şüpheden uzak, nesnel bir sonuca varması ve buna göre de somut gerekçelerle kanaat bildirmesi gerekmekte olup, bilirkişiye başvurulmasındaki amacın, hukuka uygun karar verebilmek için gerekli verilere ulaşmak olduğu göz önünde tutulduğunda, bilirkişi veya bilirkişilerce düzenlenen raporda, maddi olayın unsurlarına ilişkin bilimsel nitelendirmenin şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanması, rapor içeriğinin ise hükme esas alınabilecek nitelikte olması gerekmektedir.

Doğrudan sağlık hakkını ilgilendiren bu tür davalarda, olayların oluşumuna ilişkin olarak delilleri değerlendirmekle görevli olan mahkemelerce, olaya ilişkin birden fazla bilirkişi raporu bulunması halinde, bu raporlar bir bütün olarak ele alınmadan, aralarındaki çelişkilerin giderilmesi sağlanmadan karara varılması, maddi olayın hatalı bir şekilde değerlendirilmesi sonucunu doğuracaktır. Mahkemece hükme esas alınan, … Asliye Ceza Mahkemesinin E:… sayılı dosyası kapsamında Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca düzenlenen raporda, müteveffanın tedavisine antibiyotik eklememesi nedeniyle müdahil doktorun kusurlu olduğu ifade edilmiş ise de; davacılardan …'ün kasten yaralama sonucu ölüme sebebiyet verme suçundan cezalandırılmasına karar verilen … Ağır Ceza Mahkemesinin E:… sayılı dosyası kapsamında Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunca düzenlenen raporda, müdahil doktorun kusurlu eylemi ile kişinin ölümü arasında kesin bir illiyet bağının kurulamayacağı, müdahil doktorun kusurlu eyleminin, kardeş … tarafından gerçekleştirilen delici kesici alet yaralanması ile ölüm arasındaki illiyet bağını kesmeyeceği belirtilmiştir. Bu durumda; meydana gelen yaralanma, hastaneye başvurma ve bu arada geçen zaman ile söz konusu durumun sürece etkisinin tespit edilmesi amacıyla, dava konusu olaya ilişkin müteveffanın tedavi sürecinde yer alan tüm hastanelerden tıbbi belgelerin ara kararı ile istenilmesi suretiyle iki rapor arasındaki çelişkilerin giderildiği Adli Tıp Üst Kurulundan alınacak rapor doğrultusunda, maddi olaya ilişkin olarak yeniden değerlendirme yapılması gerektiği sonucuna varılmış olup, uyuşmazlığın çözümü için yeterli olmayan bilirkişi raporuna dayalı olarak eksik inceleme sonucu verilen temyize konu kararda hukuki isabet görülmemiştir. Danıştay 10. Daire Başkanlığı 2019/6792 E.  ,  2021/4899 K.

Devlet Hastanesi Tazminat Davasında Eksik İnceleme Danıştay Kararı

Uyuşmazlıkta, çocuğun hastalık öyküsünde bronşit bulunduğu ve olay tarihinde 3 yaşında olduğu, otopsisinde akciğerlerde irinli bronşit, yer yer bronşiol duvarı boyunca aktif kronik iltihap, parankim içinde geniş alanlarda mononükleer hücre infiltrasyonu tespit edildiği, Adli Tıp Kurumu raporunda da, bebeğin ölümünün akciğer enfeksiyonuna bağlı gelişen solunum yetmezliği sonucunda meydana gelmiş olduğunun ve çocuğun ölümüne neden olan akciğer enfeksiyonunun bu yaş bebeklerde çok hızlı klinik seyir gösterdiğinin belirtildiği birlikte değerlendirildiğinde; ilk başvurusundan itibaren çocuğa yatarak tedavi uygulanmasının gerekip gerekmediği, ayakta tedaviye yönelik ilaçlar reçete edilmek suretiyle taburcu edilmesinin uygun bir tıbbi yaklaşım olup olmadığı, yatarak tedavi uygulanmamasının eksiklik olup olmadığı, yatarak tedaviye uygun yer olmaması durumunda solunum sıkıntısı ve kusma ile başvuran ve bronşit öyküsü olan çocuğa gerekli ilk müdahalenin uygulanıp 112 Komuta Kontrol Merkezi ile görüşme yapılarak ambulans temin edilmek ve kurallara uygun olarak sevk zinciri işletilmek suretiyle hastanın boş yatak bulunan en yakın ve gerekli donanımı haiz sağlık kuruluşuna sevk edilmesi gerekip gerekmediği hususlarının uyuşmazlığın çözümü için açıklığa kavuşturulmasının zorunlu olduğu, bu nedenle belirtilen konularda inceleme ve açıklama içermeyen Adli Tıp Kurumu raporunun hükme esas alınamayacağı sonucuna varılmıştır. Öte yandan; davacılar tarafından, çocuğa uygulanan desefin enjeksiyonunun yan etki göstermek suretiyle çocuğu "alerjik ve anaflaktik şok"a soktuğu ileri sürüldüğünden, meydana gelen zararlı sonucun yapılan enjeksiyondan kaynaklanıp kaynaklanmadığı, enjeksiyon sırasında kullanılan mudail ilacın sonuca etkisinin ne olduğu hususunun da netleştirilmesi gerekmektedir. Bu itibarla; bünyesinde çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı, çocuk enfeksiyon uzmanı, çocuk cerrahi uzmanı, göğüs hastalıkları uzmanının da katılımının sağlandığı ilgili Adli Tıp Üst Kurulundan konu hakkında rapor alınarak yapılan işlemlerde idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekirken, uyuşmazlığın çözümü için yeterli olmayan ve taraflara tebliğ edilip itiraz sunma imkanları tanınmadan hükme esas alınan bilirkişi raporuna dayalı olarak eksik inceleme sonucu verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir. Ayrıca Mahkemece, yeniden yapılacak yargılama sonucunda zararın enjeksiyondan kaynaklı olduğu kanaatine varılırsa, davalı idare tarafından davacı çocuğa yapılan enjeksiyon öncesinde, uygulamanın sonuçlarının ve olası komplikasyonlarının anlatıldığına ve çocuğa velayeten annenin bu işleme rıza gösterdiğine dair yazılı ve imzalı aydınlatılmış onamının alınıp alınmadığının araştırılması gerekmektedir. Danıştay 10. Daire Başkanlığı 2019/6833 E.  ,  2021/4876 K.

Devlet Hastanesi Tazminat Davasında Süre Aşımı

İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: ... İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla; dava dilekçesinde yer alan açıklamalardan süt yanığı olayının 27/04/2015 tarihinde gerçekleştiği, bu tarihten 5 gün sonra 01/05/2015 tarihinde Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tedavi için kızlarının yanık ünitesine alınması üzerine davacıların Sincan Dr.Nafiz Körez Devlet Hastanesinde uygulanan tedavide ağır hata olduğunu öğrendiklerinin kabulü gerektiği, davacıların eylemi (ağır tıbbi hata) öğrendiği 01/05/2015 tarihinden itibaren bir yıl içinde en son 01/05/2016 tarihine kadar idareye başvuru yapması gerekirken, bu tarihten yaklaşık 2,5 yıl sonra 27/10/2017 tarihinde yapılan başvurunun dava açma süresini canlandırmayacağı sonucuna varıldığından, bir yıllık süre aşılmak suretiyle 27/10/2017 tarihinde yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine 26/01/2018 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı gerekçesiyle süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir. Bakılmakta olan davanın; …'in vücudunda meydana gelen kalıcı hasar nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zarar kaynaklı tazminat istemiyle değil, olaydan sonra Sincan Dr. Nafiz Körez Devlet Hastanesinde 27/04/2015 tarihinde gerçekleştirilen tedavinin eksik ve hatalı olması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açıldığı; davacıların bu zararı ise en geç, 01/05/2015 tarihinde gittikleri Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesinde öğrendikleri; 27/10/2017 tarihinde yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine 26/01/2018 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu görüldüğünden; ilk derece mahkemesince verilen davanın süre aşımı yönünden reddine ilişkin karara karşı davacılar tarafından yapılan istinaf başvurusunun reddine yönelik olarak verilen … Bölge İdare Mahkemesi … İdari Dava Dairesinin … tarih ve E:… K:… sayılı kararında hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Bu durumda, temyize konu Bölge İdare Mahkemesi kararının yukarıda belirtilen açıklamayla onanması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Danıştay 10. Daire Başkanlığı 2019/5998 E.  ,  2021/2116 K.

Devlet Hastanesi Tazminat Davasında Hizmet Kusuru Araştırılmalıdır

Bununla birlikte ülkemizde tıbbi uygulama hatalarının değerlendirilmesinde disiplin, idari, ceza ve tazminat açısından farklı usuller benimsendiğinden tıbbi uygulama hatalarının incelenmesi konusunun değerlendirme usullerinde de bazı farklılıklar söz konusudur. Bu açıklamalar ışığında, İdare Mahkemesince hükme esas alınan Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun 04/01/2012 tarihli raporu içerik olarak irdelendiğinde, raporun, ceza yargısında hekimlerin görevi ihmal suçunu işleyip işlemedikleri hususunda alındığı, böylece Adli Tıp Kurumunca yapılan değerlendirmenin salt hekimlerin kusurunun bulunup bulunmadığı yönünde olduğu, idarenin tüm tanı ve tedavi sürecine ilişkin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının irdelenmediği, sonuç olarak idarenin hizmet kusurunun varlığı ya da yokluğunun tespitini yapmaktan öte hekimlerin ceza yargılaması bağlamında, kişisel kusurlarının olup olmadığına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda; uyuşmazlığın çözümü için yeterli olmayan bilirkişi raporuna dayalı olarak eksik inceleme sonucu verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.Danıştay 10. Daire Başkanlığı 2019/6686 E.  ,  2021/1438 K.

Devlet Hastanesi Tazminat Davasında Hastanenin Sorumluluğu

İdarenin araç/gereç/cihaz eksikliği, teşkilatı yetersiz kurması yahut tıbbi ameliyedeki organizasyon eksikliği nedeniyle tedavide aksamaya yol açması da bir tür hata olarak nitelendirilmekte; bakım, gözetim ve diğer yan yükümlülüklerin hiç veya gereği gibi yapılmaması nedeniyle oluşacak zararlarda idarenin sorumluluğundan söz edilmektedir. Somut olayda da hekim yahut diğer sağlık personeli doğrudan kusurlu bulunmasa dahi, idarenin organizasyon eksikliği bulunması halinde sağlık hizmetini gereği gibi işletmeyen sağlık idaresinin sorumluluğuna gidilebilecektir. Bu durumda idarenin sorumluluğuna gidilmesi halinde davacıların maddi tazminat taleplerinin tazminat verilmesini gerektiren koşulların bulunup bulunmadığı yönünden inceleme de yapılarak değerlendirilmesi gerekmektedir. İdarenin, sunduğu sağlık hizmetinden sorumluluğu noktasında, maddi tazminat talepleri için doğrudan tıbbi uygulama neticesinde meydana gelen zarar ile idarenin eylemi arasında doğrudan illiyet bağının varlığı gerekli ise de, manevi tazmin noktasında böyle bir gereklilik yoktur. Manevi tazminata hükmedilebilmesi için sunulan sağlık hizmetindeki bir takım eksiklikler yeterli olacaktır. Somut olay değerlendirilerek, apandisit endikasyonu bulunmayan hastanın apandisitinin alınması ve bu ameliyat sırasında oluşan kesi üzerine tedavi edilemeyerek hayatını kaybetmiş bulunması karşısında davacıların duydukları elem ve ızdırabı giderecek ve sebepsiz zenginleşmeye de yol açmayacak ölçüde bir manevi tazminat belirlenmesi için ayrıca bir değerlendirme yapılması gerekmektedir. Hal böyle olunca Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu'nca eksik, soyut ifadelerle yetinilerek hazırlanmış olan rapor esas alınarak davanın reddine karar verilmesinde hukuka uygunluk bulunmamıştır. Danıştay 15. Daire Başkanlığı 2017/61 E.  , 2017/7694 K.

Devlet Hastanesi Tazminat Davasında Uyuşmazlık Konusuna Göre Bilirkişi Seçimi

Uyuşmazlıkta ameliyatın hemen sonrası çekilen tomografide vidadaki hata fark edildiği ve sinire baskı yapabileceğinin düşünüldüğü, revizyon ameliyatının da kısa sürede yapılabileceğinin bilindiği, nitekim davacının ağrıları geçmeyince 2. ameliyata karar verildiği ve ameliyatı yapan hekimin beyanında da vidadaki kaymanın davacıdaki duruma neden olacağının ilk düşünüldüğünün belirtildiği, vidanın yerinin revizyon ameliyatı ile düzeltildiği görülmüştür. Davacının durumu Adli Tıp Kurulu raporunda komplikasyon olarak değerlendirilmiş ise de, İdare Mahkemesince, hükme esas alınan Adli Tıp Kurulu raporunda imzası bulunan hekimler içinde Nöroşirürji( Beyin ve Sinir Cerrahı ) uzmanı bulunmadığı gibi, bu tür vakalarda ortaya çıkması muhtemel bu durumları önlemek ve kısa sürede fark edilmesine rağmen, 2. ameliyata 9 gün sonra karar verilmesinin sonuca etkisi, geç kalınmış bir karar olup olmadığı, vidadaki kaymanın fark edilmesine rağmen düzeltme ameliyatının bu vakalarda hemen yapılmamasının nedenleri, hemen yapılsaydı sonuca etkisi, olaydaki dokuz günlük gecikmenin davacının durumuna etki edecek ciddi bir gecikme olup olmadığının değerlendirileceği, beyin ve sinir cerrahı uzmanının görüşünün de bulunduğu Adli Tıp Genel Kurulu'ndan ek rapor alınarak bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme sonucu verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır. Danıştay 15. Daire Başkanlığı 2015/9988 E.  ,  2017/4146 K.

Devlet Hastanesi Tazminat Davasında Bilirkişi Heyeti Niteliği

Bilirkişiye başvurulmasındaki amacın, hukuka uygun karar verebilmek için gerekli verilere ulaşmak olduğu göz önünde tutulduğunda, bilirkişilerin uyuşmazlık konusunda özel ve teknik bilgiye sahip olan kişiler arasından seçilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Yeniden yapılacak olan yargılamada temin edilecek bilirkişi raporu hazırlanırken, bilirkişi heyetinde yer alacak hekim bilirkişilerin bakmakta olduğumuz uyuşmazlık konusunda yeterliliklerinin bulunması gerekecektir. Dava konusu olayı çözümleme adına bilirkişi heyetinde ilgisi bakımından Perinatoloji(riskli gebelik) uzmanının bulunması ya da bu uzmanlık titrine sahip bir hekimin bilgisine başvurulması sonrası değerlendirme yapılması gerekeceği önemle dikkate alınmalıdır. Danıştay 15. Daire Başkanlığı 2013/4526 E.  ,  2016/3551 K.

Devlet Hastanesi Tazminat Davasında Manevi Tazminat Talepleri

Literatürde tıbbi hata, amaçlanan bir tedavi planını başaramama veya yanlış tedavi planı uygulama şeklinde tanımlanmakta ve istenmeyen durumlarla ilintilendirilmektedir. Tıbbi uygulamanın yanlışlığı veya önerilen tedavi planının gerçekleştirilememesi gibi durumlarda hastanın engelli hale gelmesi, uzun süreli yatarak tedavisi görmesi veya hastanın ölümü gibi sonuçlar görülebilmektedir. Tıbbi hata sonucu, tedavinin uzaması ilave tedavi masraflarının yapılmasına neden olabilmektedir. Bunun yanında tıbbi hataların hastada yarattığı manevi hasarlarda söz konusudur. Yanlış teşhis veya önerilen şekilde tedavi olamamaya sebep olan tıbbi hatalar hastalarda moral ve motivasyon kaybına, sağlık sisteminden memnuniyetsizliğe ve güvensizliğe neden olmaktadır. Hastalığın etkisinden kurtulmak için önerilen tedavi yöntemlerine göre şekillenen ruh haliyle hayatını devam ettirmekte iken kendisine önerilen diğer tedavi yöntemlerine başvurması esnasında daha önce önerilen tedaviyi, alınan hatalı sonuçlar neticesinde gerçekleştiremediğinin öğrenilmesi durumunda acı ve elem duyulması muhakkaktır. Kişilerin hastalıklarının tespiti ve tedavisinde kullanılan tanı, tetkik ve tedavi yöntemlerinin uygun olup olmadığının belirlenmesinde, olayın meydana geldiği dönemin şartlarına göre konulan tanı, önerilen tedavi yöntemi, tedavi için yapılan uğraşılar ve uğraşıların sonuçlarını değerlendirmek gerekmektedir. Danıştay 15. Daire Başkanlığı 2013/4471 E.  ,  2016/2461 K.

Devlet Hastanesi Tazminat Davasında Yanlış Değerlendirme Hizmet Kusurunu Gerektirir

Olayda, davacının, kardeşi ... ile doku uygunluğu (HLA) testinin yanlış değerlendirilmesi sonucunun davacı için bir kayıp olmadığı hususu 1999 yılı tıp uygulamalarına göre değil, günümüz tıp uygulamalarına göre değerlendirilmiştir. Günümüzde ilk sırada ilaç tedavisinin uygulanıyor olması, ilacın rahatlıkla temin edilmesine de bağlı olup, hastalığın tedavisinde kullanılan Glivec isimli ilacın yurt dışından temin edilmesinde sıkıntılar yaşandığı ve 2002 yılına kadar davacının tedavisinde kullanılamadığı da dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Bu nedenle, günümüzde uygulanan güncel tıp uygulamalarına göre yapılan değerlendirmenin yerinde olmadığı, kemik iliği nakli için doku uygunluğu (HLA) testinin yanlış değerlendirilmesi sonucunda 1999 yılında kemik iliği nakli yapılamayan davacının, kardeşi ... ile doku uygunluğu testinin yanlış değerlendirilmesi nedeniyle davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğu sonucuna varılmıştır. Bu durumda, kemik iliği nakli için yapılan HLA test sonuçlarını yanlış değerlendiren davalı idarenin olayda hizmet kusuru bulunması nedeniyle, davacının maddi ve manevi tazminat isteminin değerlendirilerek bir karar verilmesi gerekirken davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır. Danıştay 15. Daire Başkanlığı 2013/4471 E.  ,  2016/2461 K.

Devlet Hastanesi Tazminat Davasında Faiz Başlangıç Tarihi

Bakılan davada, davacılar tarafından idareye tazminat talepli 25/08/2009 tarihli dilekçe ile başvuru yapılmıştır. Dolayısıyla bakılan davada kabul edilen maddi ve manevi tazminat miktarları bakımından, idarenin temerrüde düştüğü tarih olan idareye başvurunun yapıldığı 25/08/2009 tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerektiği açıktır. Bu nedenle maddi tazminat miktarına davanın açıldığı tarih olan 19/11/2009 tarihinden itibaren faiz yürütülmesinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Danıştay 15. Daire Başkanlığı 2013/4268 E.  ,  2016/2385 K.

Devlet Hastanesi Tazminat Davasında Organizasyon Kusuru

Oysa ki, İdarenin araç/gereç/cihaz eksikliği, teşkilatı yetersiz kurması yahut tıbbi ameliyedeki organizasyon eksikliği nedeniyle tedavide aksamaya yol açması da bir tür hata olarak nitelendirilmekte, İdarenin sunduğu sağlık hizmetinin gereği gibi işlememesini ifade etmektedir. Bu durumda tıbbi ameliye kapsamında dahil edilemeyecek bir takım bakım, gözetim ve diğer yan yükümlülüklerin hiç veya gereği gibi yapılmaması nedeniyle oluşacak zararlarda, İdarenin sorumluluğundan söz edilebilecektir. Nitekim dava konusu olayda, hastanın tedavisi kapsamında konsültasyon isteyen hekim ile konsültan hekim ifadeleri değerlendirilerek, sunulan sağlık hizmetinin organizasyon eksikliği barındırıp barındırmadığı irdelenmelidir. Durum böyle olunca, açıklanan hususlar dikkate alınarak İdarenin kusurlu olup olmadığı noktasında ayrıca bir inceleme yapılması gerekecektir. Danıştay 15. Daire Başkanlığı  2015/9336 E.  ,  2016/2014 K.

Devlet Hastanesi Tazminat Davasında Komplikasyon 

Komplikasyon ise, tıbbi girişim sırasında öngörülmeyen, öngörülse bile önlenemeyen durum, istenmeyen sonuçtur; ancak bunun bilgi ve beceri eksikliği sonucu olmaması gerekir. Bu tanıma göre, hekimin tıbben kabul ettiği normal risk ve sapmalar çerçevesinde davranarak gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen ortaya çıkan istenmeyen sonuçlardan yasal olarak sorumlu olmayacağı belirtilmektedir. Hasta tıbbi uygulama sırasında ve sonrasında kusur olmadan da oluşabilecek istenmeyen sonuçları, komplikasyonları bilirse ve uygulamaya onay verirse tıbbi müdahale hukuka uygun olur. Hastada oluşan zararlı sonuç öngörülemiyor veya öngörülebilse bile (hastanın yeterince aydınlatılmış, onayı alınmış olması ve uygulamada kusur olmaması şartı ile) önlenemiyorsa bu durumun komplikasyon olarak kabulü gerekmektedir. Yine bu noktada, tıbbi standartlardan sapılmaması, mesleki tecrübe kurallarına riayet edilmiş olması gereklidir. Yine meydana gelen komplikasyon sonrası süreçte de uygulanan teşhis ve tedavinin de tıp kurallarına uygun olması gerekmektedir. Bu noktada komplikasyon sonrası yönetim süreci de hizmet kusurunun varlığını tespit etme adına önem arzetmektedir. Danıştay 15. Daire Başkanlığı 2015/8936 E.  ,  2016/1604 K.

Devlet Hastanesi Tazminat Davasında Kusurlu Cerrahi Müdahale

Öte yandan, yapılan operasyonun birden fazla aşamalı olmayıp tek süreçte sonlandırılabilen bir operasyon olması nedeniyle adli tıp kurumunca ikinci bir müdahale ile giderilebilecek olunmasının, durumu bir komplikasyon olmaktan çıkardığı da tartışmasızdır. Bu durumda operasyonda göz kapaklarına yapılan müdahalenin tıbbi standart dışına çıkılarak cerrahi müdahalenin kusurlu yapılması nedeniyle oluştuğu açık olup anılan tıbbi olumsuzlukların hizmet kusuru kavramının niteliği dikkate alındığında komplikasyondan öte, gerekli dikkat ve özenin gösterilmemesi ve meslekte acemilikten doğduğu sonucuna varılmıştır. Danıştay 15. Daire Başkanlığı 2015/8936 E.  ,  2016/1604 K.

Devlet Hastanesi Tazminat Davasında Bilirkişi Raporları Gerekçeli Olmalıdır

2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu'nun 1.maddesinde, adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak üzere Adalet Bakanlığına bağlı Adli Tıp Kurumunun kurulduğu, Kanunun 2.maddesinde, Kurumun, mahkemeler ile hâkimlikler ve savcılıklar tarafından gönderilen Adli Tıp ile ilgili konularda bilimsel ve teknik görüşlerini bildirmekle yükümlü olduğu belirtildikten sonra Adli Tıp Genel Kurulunun görevlerini düzenleyen 15. maddesinde ise, Adli tıp ihtisas kurulları ile ihtisas daireleri tarafından verilip de mahkemeler, hâkimlikler ve savcılıklarca kapsamı itibariyle kanaat verici nitelikte bulunmayan ve sebebi de belirtilmek suretiyle gönderilen işleri konu ile ilgili uzman üyelerin katılımı ile inceleyeceği ve kesin karara bağlayacağı kuralına yer verilmiştir. Durum böyle olunca; yukarıda yer verilen açıklamalar, taraf iddiaları ile bilirkişi raporuna itiraz dilekçesindeki hususlar değerlendirilmek surutiyle Adli Tıp Genel Kurulu'ndan açıklamalı ve gerekçeli yeni bir rapor alınarak olayda hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı yeniden irdelenmelidir. Danıştay 15. Daire Başkanlığı 2015/455 E.  ,  2016/601 K.

Devlet Hastanesi Tazminat Davası Hastane Enfeksiyonu

Dava konusu olayda, Adli Tıp Kurumu tarafından hazırlanan raporda en gelişmiş ülkelerde bile tüm önlemlere rağmen, yüksek ölüm riski bulunan bu enfeksiyonun görülebildiği, hastanede bulunulan süre içinde bu enfeksiyona maruz kalınabileceği, tanının konulmasıyla birlikte gerekli tedavinin hastaya zamanında yapıldığı, dolayısıyla hastane personeli ve hekimlere atfı kabil kusurun bulunmadığı belirtilmiş ise de yukarıda açıklamasına yer verilen "tıbbi uygulama hatası-komplikasyon" ayrımına ilişkin açıklamalar dikkate alındığında; oluşan durumun, hizmet kusuru kavramının niteliği dikkate alındığında komplikasyondan öte, davalı idareye ait hastanede hijyen şartları açısından gerekli dikkat ve özenin gösterilmemesi sonucu doğduğu anlaşılmaktadır. Danıştay 15. Daire Başkanlığı 2015/6119 E.  ,  2015/5733 K.

Hastane Enfeksiyonu Tazminat Davası

Hastane enfeksiyonu tazminat davası- Hastanın hastane enfeksiyonu kapması hizmet kusurudur. Hastanın hastane enfeksiyonu kapması dolayısıyla zarar görmesi nedeniyle uğramış olduğu zararları tazmin etme hakkı bulunmaktadır. Bu tazmin, maddi tazminat olabileceği gibi manevi tazminat da olabilir. Nitekim sağlık hizmetlerinden yararlanan kişilerin uğramış olduğu manevi zararın tazmin edilebilmesi için idarenin ilgiliye yönelik bir eyleminin yani hizmetinin olması, bu eylemden dolayı zarara uğraması eylem ile zarar arasında illiyet bağının- neden sonuç ilişkisinin- bulunması, bu eylem ve zarar nedeniyle ilgilinin elem ve ızdırap duyması yaşama zevkinde, yaşama sevincinde azalma meydana gelmesi, eylemde ve hizmetin yürütülmesinde idarenin hizmet kusurunun bulunması gerekmektedir.

Örneğin kamu hastanesinde ya da özel hastanede hastane enfeksiyonu kapmasına gerekli özen gösterilmeyerek sebebiyet verilmişse sağlık hizmeti sunucularının kusurundan bahsedilebilmekte ve manevi tazminata hükmedilebilinmektedir. 

Hastanın hastane enfekisyonu kapması nedeniyle talep edilen manevi tazminatın niteliği gereği zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de devlet hastanesine karşı açılacak tam yargı davalarında takdir edilecek miktarın aynı zamanda idarenin hizmet kusurunun ağırlığını ortaya koyacak bir miktar olması gerekmektedir.

Manevi tazminat evrensel hukukta eski kalıplarından çıkarılarak caydırıcılık unusuru da ön plana alınmaktadır. Gelişen hukuktaki bu yaklaşım kişilerin bedenine ve ruhuna karşı yöneltilen haksız eylemlerde tatmin olma duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranlarda manevi tazminat takdir edilmesi gerektiğini de ortaya koymakta ve vücut bütünlüğü yanında ruh sağlığını da içeren kişi haklarının önemini vurgulamaktadır. 

Manevi tazminatta amaçlanan sadece bir nebze olsun rahatlama duygusu vermek değil, hizmet kusuruyla zarar veren idareyi, gerekli dikkat ve özeni gösterme konusunda etkili biçimde uyarmak olmalıdır.

Malpraktis Manevi Tazminat Miktarı Danıştay Kararı

Dava konusu olayda, idarenin kusuru, olayın oluş şekli ve zararın niteliği dikkate alındığında, mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarının, duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa gidere- cek, idarenin kusurunun ağırlığını ortaya koyacak düzeyde olmadığı görülmektedir. Bir başka anlatım- la, Mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarı yetersiz bulunduğundan, manevi tazminatın amaç ve niteliği dikkate alınarak yukarıda belirtilen ölçütlere göre hükmedilecek manevi tazminat tutarı yeniden belirlenmelidir. Bu durumda, İdare Mahkemesi kararının, hükmedilen manevi tazminat miktarına ilişkin kısmında hukuka uygunluk bulunmamıştır. Açıklanan nedenlerle, Aydın 1. İdare Mahkemesi'nin kararının davacı tarafça talep edilen manevi tazminatın kısmen reddine ilişkin kısmının BOZULMASINA, oybirliğiyle karar verildi. (D. 15.D. 21.5.2014, 2013/3978 - 2014/4074)

Doktorun Kusur Oranı Devlet Hastanesi Tazminat Miktarında Dikkate Alınamaz

Bu durumda, davalı idarenin personeli olan (doğumu gerçekleştiren) doktorun kusurlu olduğunun anlaşılması, bu kusurun idarenin hizmet kusuruna karşılık gelmesi ve olayda davalı idareden başka bir kişi veya kurumun da kusurunun tespit edilememesi karşısında, davacılardan G.A.’ın maddi tazminat talebinin tamamının (99.140,58 TL) kabulüne karar verilmesi gerekirken sadece 1/4'ünün (24.785,15 TL'sinin) kabulüne, geri kalan kısmının ise reddine karar verilmesinde hukuka uyarlık bulunmadığın- dan kararın bozulmasına karar verildi. (D. 15.D. 29.5.2014, 2013/ 13094 -2014/4409)

Devlet Hastanesi Tazminat Davasında Kusur Yoksa Tazminata Hükmedilemez

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "kararın bozulması" başlıklı 49. maddesinin 1. fık- rasında; temyiz incelemesi sonucu Danıştayın; a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, b) Hukuka aykırı karar verilmesi c) Usul hükümlerine uyulmamış olunması sebeplerinden dolayı incele- nen kararı bozacağı kuralına yer verilmiştir. Dosyadaki belgeler ile temyiz dilekçesindeki iddiaların incelenmesinden, temyiz istemine konu kararın bozulmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunma- dığı sonucuna varıldığından (…) kararın onanmasına oybirliğiyle karar verildi. (D. 15.D. 25.3.2014, 2013/3854 - 2014/2102)

Hamile Olduğu Tespit Edilemeyen Hastada Düşüğe Sebep Olma

Devlet hastanesine karşı açılacak davalarda kusurun tespiti, özel hastaneye karşı açılacak davalardaki kusur tespiti ile aynı olmamaktadır. Devlet hastanesine karşı açılacak davalarda görevli mahkeme idare mahkemesidir ve idare mahkemelerinde açılacak tazminat davaları tam yargı davaları olarak nitelendirilir. 

İdare hukukunun ilkeleri ve Danıştayın da yerleşik içtihatlarına göre zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumunda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı hallarde idarenin tazminattan doğan yükümlülüğünün doğması için zararın idarenin açık ve belli bir ağırlıktaki himzet kusuru sonucu meydana gelmesi gerekir.

İdarenin hukuki sorumluluğu kamusal faaliyetler sonucunda idare ile yönetilenler arasında yönetilenler zararına bozulan ekonomik dengenin yeniden kurulmasını, idari etkinliklerden dolayı bireylerin uğradığı zararın idarece tazmin edilmesini sağlayan bir hukuksal kurumdur. Bu kurum kamusal faaliyetler nedeniyle yönetilenlerin malvarlığında ortaya çıkan eksilmelerin ya da çoğalma olanağından yoksunluğun giderilebilmesi karşılanabilmesi için aranılan koşulları uygulanması gereken kural ve ilkeleri içine almaktadır. 

Genel anlamı ile tam yargı davaları idarenin faaliyetlerinden dolayı hakları zarara uğrayanlar tarafından idare aleyhinde açılan tazminat davalarıdır. Bu tür davalarda mahkeme hem olayın maddi yönünü, yani zararı doğuran işlem ve eymlemeri hem de bundan çıkabilecek hukuki sonuçları tespit edecektir.

İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup idari eylem ve veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde devletin hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.

Tam yargı davalarında öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunun denetlenmesi esas alındığından olayın oluşumu ve zararın niteliği irdelenip idarenin hizmet kusuru olup olmadığının araştırılması hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesi tazminata hükmedilirken de her halde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir. 

Görüleceği üzere idarenin hekim hatasından ötürü sorumluluğuna gidilebilmesi için baz alınan kusur hizmet kusuru olup bu da yetmeyip bu kusurun sağlık hizmetinin risk barındırmasından mütevellit ağır kusur olarak nitelendirilmesi ve olaylarda bu kusurun aranması gerektiği vurgulanmıştır. 

Bu bakımdan devletin organizasyon kusuru haricindeki örneğin hastanenin işleyişinden kaynaklı kusurları, malzeme tedarik edilememesinden meydana gelen kusurlarından hizmet kusuru aranmakta iken bünyesindeki sağlık çalışanları tarafından gerçekleştirilen tıbbi müdahaleler sırasındaki kusurlarda ağır hizmet kusuru aranacağı unutulmamalıdır. 

Nitekim Danıştayın bir kararında " ağır hizmet kusurunun varlığının risklitıbbi müdahaleler ve operasyonlar bakımından geçerli olup sağlık hizmeti içinde değerlendirilmekle beraber tıbbi operasyon kapsamına dahil edilemeyecek birtakım bakım, gözetim ve yan müdahalelerin hiç veya gereği gibi yapılmaması dolayısıyla oluşan zararlarda idarenin sorumluluğundan söz edebilmek için ağır hizmet kusurunun aranmasına gerek bulunmamaktadır" hükmüne yer verilmiştir.

Tıbbi Hata Davalarında Anayasa Mahkemesine Başvuru

Tıbbi hata, ameliyat hatası davalarında olağan yargı yollarının tüketilmesi ile birlikte kişi kesin kararın tebliğinden itibaren yasal süre içerisinde Anayasa Mahkemesinde bireysel başvuru yapabilir. 

Özellikle malpraktis davalarında Anayasa Mahkemesine yapılan başvurularda üzerinde durulması gereken hususlardan birisi Anayasanın 17. maddesidir. Anayasa’nın iddiaların değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."

Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder.

Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.

Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelemiştir.

Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır.

Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma, maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur.

Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır. 

Tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde bilgilendirilerek rızasının alınmaması, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlaline sebep olabilir. İstisnai hâller dışında tıbbi müdahale ancak ilgili kişi bilgilendirilip rızası alındıktan sonra yapılabilir. Hastaların durumun farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak için uygulanması düşünülen tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında kendilerine bilgi verilmiş olmalıdır. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır.

Sağlık Davalarına Bakan Avukatlar Hukuki Değerlendirme

Sağlık davalarına bakan avukatlar- tıp hukuku kendine has kuralların bulunduğu daha çok spesifik bir konu olduğu için uzmanlaşmanın gerektiği bir hukuk alanıdır. Tıp bilimi ile iç içe olduğu için tıbbi kurallar ve uygulamanın da yeterince bilinmesi bu hususlara da hakim olunması zorunludur. Açılan bir malpraktis ya da doktor hatası davasında ya da doktor hatası tazminat davasında tıbbi müdahale sonucunda gerçekleşen zararın hekim kusurundan mı yoksa komplikasyon sebebiyle mi gerçekleştiği hususunun tespiti oldukça önemlidir. Bu tespitin yapılması açılan davanın yönetimi bakımından o davayı takip eden avukatın görevi olmakla birlikte davada konuya ilişkin tıbbi görüş sunacak olan bilirkişi raporunun da takibine bağlıdır. Zira bilirkişi raporunda bazı hususların hukuka aykırı olduğundan ya da tıp biliminin verilerine aykırılıktan bahsedilmemiş olabileceği gibi hekimin kusuru da ortaya konulmamış olabilir. İşte bu durumda raporun denetime elverişli hukuki olarak denetlenebilir bir rapor olup olmadığı hususunu mahkemeye iletecek ve mahkemeyi bu konuda yönlendirecek olan sağlık davalarına bakan avukatların önemli görevlerindendir. Bu bakımdan komplikasyon, endikasyon hususlarında bilgi sahibi olan ve bu konularda hangi hususların hekimlerin sorumluluğunu doğuracağı noktasında hukuki yetkinliğe sahip olan malpraktis avukatı mahkemeyi her konuda yönlendirecek, ister hekimin hakkını ister hastanın hakkını savunsun amaç gerçeği ortaya çıkartmak olacaktır.

ÖNEMLİ NOT:

KAYNAKÇA : 

1. (Blog resmi); SAVAŞ, Halide, Yargıya Yansıyan Tıbbi Müdahale Hataları, Seçkin Yayıncılık, 2011,s.283.

2.SAVAŞ, Halide, Yargıya Yansıyan Tıbbi Müdahale Hataları, Seçkin Yayıncılık, 3. Baskı,2013, s.202.

3.SAVAŞ, Halide, Tıbbi Malpraktis ve Komplikasyonlardan Doğan Sorumluluklar, İstanbul Barosu Sağlık Hukuku Merkezi, "Sağlık Hukuku Makaleleri", İstanbul Barosu Yayınları, Birinci Basım, Nisan 2012, s.259-294. 

HAKERİ,Hakan, Tıp hukuku, seçkin yayıncılık Eylül 2015
EROL, Gültezer, Özel hastanelerin Hukuki Sorumluluğu, seçkin yayıncılık Nisan 2015
GÖKCAN,Hasan, Tıbbi Müdahaleden Doğan Hukukui ve Cezai Sorumluluk, Seçkin yayıncılık Nisan 2017

1