
Ceza Davası Nedir Nasıl Açılır
Ceza hukuku bakımından Ceza davası nedir ve nasıl açılır sorusunun cevabı ceza hukuku için oldukça önemlidir. Nitekim ceza hukuku bir kamu hukuku dalıdır ve kendiliğinden gerçekleştirme ilkesine tabidir.

İçindekiler
- 1.1 Ceza Davası Nasıl Açılır?
- 1.2 Ceza Davalarına Hangi Mahkemeler Bakar?
- 1.3 Ceza Hukukunda Davasız Muhekeme Olmaz Ilkesi Hakimdir
- 1.4 Ceza Hukukunda Delil Olmadan Dava Açılabilir Mi?
- 1.5 Ceza Davasında Delillerin Araştırılması
- 1.6 Ceza Davasında şikayet ve şikayetten Vazgeçme
- 1.7 Ceza Davasında Sanık Beyanları Nasıl Alınır?
- 1.8 Ceza Davasında Tanık Delili
- 1.9 Ceza Davasında Tanıklık Yapmak Zorunlu Mu?
- 1.10 Ceza Davasında Savunma Nasıl Yapılır?
- 1.11 Ceza Davasında şüpheli Veya Sanığın Hakları Nelerdir?
- 1.12 Ceza Davası Savunma Dilekçesi
- 1.13 Ceza Davası Zamanaşımı Süreleri
- 1.14 Ceza Davasında Istinaf ve Yargıtay Başvurusu Nasıl Yapılır?
- 1.15 Ceza Muhakemesi Kurallarının Kaynağı Nedir?
Ceza Davası Nedir Ceza Davası Nasıl Açılır?
Ceza hukuku bakımından Ceza davası nedir ve ceza davası nasıl açılır sorusunun cevabı ceza hukuku için oldukça önemlidir. Nitekim ceza hukuku bir kamu hukuku dalıdır ve kendiliğinden gerçekleştirme ilkesine tabidir.
Muhakeme genel olarak tanımlanacak olursa, bir hukuki uyuşmazlığın yargısal çözümünde, bu çözüme katılan organlar ve süjeler tarafından yapılan işlemlerin bütünüdür. Muhakeme hukuku ise, muhakemeyi oluşturan işlemleri düzenleyen hukuk normlarının bütününü ifade eder. Her muhakeme hukuku, bir maddi hukuk dalının gerçekleşmesini sağlar ve genel bir kavram olmakla birlikte kamu hukukuna aittir. Medeni muhakeme hukuku, özel hukuk ilişkilerindeki uyuşmazlıkların nasıl çözümleneceğini düzenler ve taraf iradesinin geçerli olduğu bir daldır, talebe bağlıdır. Ceza muhakemesi hukuku ise cezai uyuşmazlıkları konu edinir ve belli istisnalar hariç olmak üzere taraf iradesinin geçerli olmadığı bir daldır.
Bu nedenle açılan her ceza davası kamu davası adını alır. Muhakeme, bir anlamda yargı yetkisinin paylaşımını ifade eder. Ceza muhakemesi suçlu, şüpheli ve masum ayrımı yapmaksızın herkese uygulanabilen birtakım katı normlar içerir. Bir ceza muhakemesi normunun masum kişilere uygulanma olasılığı oldukça yüksektir ve bu nedenle ceza muhakemesi kanununa “masumların kanunu”, ceza kanununa ise “suçluların kanunu” denir. Zira ceza muhakemesi sonucunda ancak ve ancak kişinin suçlu olduğu tespit edildiği nispette ceza kanunu uygulama alanı bulur.
Ceza davası, bir suç işlediği iddia edilen kişinin mahkeme önünde yargılandığı bir hukuk davasıdır. Bu dava, kişinin işlediği suçun cezasını ödemek için hukuki bir süreçtir ve genellikle kamu davası olarak adlandırılır. Ceza davaları, çoğunlukla mahkeme kararı ile sonuçlanır ve bu kararlar, kişinin özgürlüğünü kısıtlayabileceği gibi, para cezası, hapis cezası veya diğer yaptırımlar da içerebilir.
Ceza davaları, suçlu olduğu iddia edilen kişinin haklarını korumak için bazı yasal süreçler içerir. Bunlar, suçlamaları incelemek ve delilleri değerlendirmek için bir mahkeme duruşması, savunma avukatı tarafından kişinin savunması ve jürinin veya yargıcın kararı verdiği bir yargılama aşamasını içerir.
Ceza davaları, genellikle suçun ciddiyetine bağlı olarak farklı düzeylerde mahkemelerde görülür. Daha az ciddi suçlar genellikle yerel mahkemelerde görülürken, daha ciddi suçlar için yüksek mahkemelerde görülen duruşmalar olabilir. Ceza davaları, yasalara, yerel yargı pratiklerine ve suçun işlendiği yere göre farklılık gösterebilir.
Ceza Davası Nasıl Açılır?
Ceza davası nasıl açılır sorusunun cevabına geçmeden önce belirtmek gerekir ki TCK, belli saiklerle suçların takibini ikiye ayırmıştır: Bunlar re’sen takip ve şikayet üzerine takip. Re’sen takip genel kuraldır; bir suçun re’sen takip edilmemesi şikayete bağlı olmasına bağlıdır ve yasa koyucu bunu açıkça TCK’nın ilgili hükmünde düzenler. Örneğin: Hakaret suçu, güveni kötüye kullanma. Yasa koyucu, söz konusu fiillerin özellikleri ve sosyal ilişkiler nedeniyle bu fiilin re’sen takip edilmesini istememektedir.
Topluma, şahsa verdiği oranında zarar verilmediği tespit edildiğinde suçun takibi şikayete bağlı olur. Şikayet ve izne tabi suçlarda suçtan doğrudan doğruya zarar gören kişi, adeta savcıya yetki vermektedir ve davanın açılması için kovuşturmanın kamusallığına yalnızca belli bir sınır getirilmiş olur. Savcı, kamu davası açmak için gerekli koşulların varlığı halinde iddianame hazırladığında, bu iddianamenin kabulüyle açılan dava yine kamusal nitelikte olacaktır. Şikayet edildiği anda savcılık makamı soruşturma aşamasına başlayabilir.
Muhakeme bir şüpheyle ortaya çıkar. Yukarıda da değindiğimiz gibi şikayet, ihbar yahut re’sen araştırma sonucu edinilen bir bilgi. Savcı bir suç işlendiğine ilişkin haberdar olduğu anda soruşturma evresi başlar. Savcının emrinde kolluk araştırması yapılır ve adli kolluk bu evrede savcıya bağlıdır. Eğer sadece hakimin verebileceği bir karar var ise sulh ceza hakimi yetkilidir. Dolayısıyla soruşturma evresinde savcı, savcıya bağlı olan kolluk ve sulh hakimliği yer alır. Suç ihbarı, şikayeti veya doğrudan doğruya kolluğun görevini yerine getirmesi sonucu suç işlendiğine ilişkin haber alındıktan sonra soruşturma evresi izlenir. Savcı, araştırmasını temel bir soruya cevap arayarak gerçekleştirir: Kamu davası açmayı gerektirecek suç şüphesinin bulunup bulunmadığı.
Buna cevap bulmak için ise iki temel sorunun cevaplanması gerekir: Suç sayılan bir fiil işlendiği yönünde yeterli şüphenin olup olmadığı ve eğer delillere dayanan yeterli bir şüphe görülürse, bu suçun şüpheli sayılan kişi tarafından işlenip işlenmediğine ilişkin yeterli bir şüphenin olup olmadığı. Bu araştırma esnasında hukuk normları dışına çıkılamaz. Eğer suç sayılan bir fiilin varlığı ve bu fiilin şüpheli sayılan kişi tarafından işlendiğine ilişkin yeterli şüphe görülürse iddianame hazırlanır. Soruşturma safhası sonunda savcı her iki soruya da olumsuz cevap alırsa kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararı sonucunda muhakeme sona ermiş olur. Eğer savcı iddianame hazırlamışsa ve bunu yetkili mahkemeye vermişse ara muhakeme başlar.
İddianame kabul edildiği anda kamu davası açılmış olur. Kamu davası açıldığı anda kovuşturma evresi de başlamış olur. Kovuşturma evresi eski yasada hüküm verildiği anda bitmekteydi ancak yeni yasa, kovuşturma evresinin olağan kanun yollarının tükendiği anda bittiğini kabul etmektedir. Buna göre, CMK md. 253’te sayılan nihai karar denilen beraat, mahkumiyet, ceza verilmesine yer olmadığı kararı, davanın reddi, davanın düşmesi kararları verildiği anda hüküm tesis edilmiş olur ancak kovuşturma evresi henüz sona ermez. Kovuşturma evresi hâlen devam ettiği müddetçe infaza geçilmesi mümkün değildir. İnfaz ancak kovuşturma bittiği anda gerçekleştirilebilir ve karar veren mahkemenin gözetiminde infaz süreci gerçekleştirilir ve infaz savcılığınca yürütülür.
Kovuşturma evresi de kendi içerisinde ara muhakemenin konusu olan iddianamenin kabulü ve duruşma hazırlığı, duruşma evresi ve son karar evresi olmak üzere üçe ayrılır. İddianamenin kabulünde hakimlik yetkilidir ve mahkeme ara muhakeme evresine geçilmesi bakımından yetkili değildir. Duruşma evresi tam yargılamanın olduğu ve iddia, savunma ve yargılama makamının bir arada yer alması gereken evredir. Bu üç makamdan birinin yokluğu muhakemeyi sakatlar. Son karar evresi, duruşmayı gerçekleştiren mahkemede görevli hakimler tarafından gerçekleştirilir. Belli kurallara göre duruşmalardan çıkan sonuçlar değerlendirilerek kişinin mahkumiyetine, beraatine yahut başkaca hususlara karar verilen aşamadır.
Soruşturma evresinde yargılama yoktur. Yargılama, kovuşturma evresiyle başlar. Soruşturma süresince savcının suça ve suçluya ilişkin şüphelerinin giderilmesi söz konusudur. Bu şüphenin kuvvetlendirilmesi veya ortadan kaldırılması için bir hakimlik makamı kararına ihtiyaç olursa (tutuklama, arama, yakalama gibi), henüz suçlu olup olmadığı belli olmayan kişiye yapılan hukuki müeyyideler hakkında hakim tarafından karar verilmelidir. Savcının talebi olmadan sulh hakimliği re’sen tutuklama yahut yakalama gibi kararlar veremez.
Zira soruşturma evresinde verilen karar her ne olursa olsun, kişinin bu suçu işleyip işlemediğine ilişkin herhangi bir yargılama henüz başlamamıştır ve yetkili hala savcıdır. İddianameyle bağlılık kuralı gereği, iddianamede yer alan ve kişiye isnat edilen suç ve şüpheliye ilişkin iddialar sonradan genişletilemez. Fiil ve şahısla bağlılık gereği mahkeme yalnızca iddianamenin hazırlandığı şekliyle isnat edilen suç ve şahsı genişletemez veya değiştiremez. Bununla birlikte mahkeme isnat edilen suç hakkındaki hukuki nitelendirmeyle bağlı değildir. Örneğin: Öldürmeye teşebbüs suçu isnat edilmiş ve iddianame buna göre hazırlanmış olmasına rağmen, mahkeme kasten yaralamaya hükmedebilir. Zira faille mağdur arasındaki ilişki, failin hareketiyle mağdurun arasındaki mesafe, failin geçmişi gibi sebepler isnat edilen suçun niteliğini değiştirebilir.
Ceza Davalarına Hangi Mahkemeler Bakar?
Ceza hukukunda ceza davalarına bakacak başlıca mahkemeler;
- Asliye Ceza Mahkemesi
- Ağır Ceza Mahkemesi
- Çocuk Mahkemesi
- Çocuk Ağır Ceza Mahkemesidir.
Kovuşturma aşaması başlamadan yani ceza davası açılmadan dosya savcılık makamında bulunur. Soruşturma işlemlerine ilişkin kararlar Sulh Ceza Hakimliği tarafından takip edilir ve kararlar bu makamca verilir.
Ceza Hukukunda Davasız Muhekeme Olmaz İlkesi Hakimdir
Davasız Muhakemenin Olamayacağı İlkesi Türk muhakeme sistemine göre iddia makamı ortaya bir tez koyar, savunma makamı bu teze karşı antitez sunar ve yargı da bu iki iddiayı sentezleyerek bir sonuca varır. Ortaya bir iddia konulmadığı sürece yargıcın fiilden haberdar olsa dahi re’sen yargılamaya başlaması mümkün değildir. Bu ceza iddiasının da ceza muhakemesinde belirli bir sistem içerisinde yargı önüne getirilmiş olması gerekir. Hakkında ceza davası açılmayan ve ceza iddiası ortaya konulmayan bir kişi hakkında yargılama makamının muhakemeyi yürütmesi ve bir hüküm vermesi mümkün değildir. Ceza davasıyla ceza iddiası birbirinden ayrı kavramlardır. Ceza iddiası, devlete ait olan ve somut olarak bir suçun işlenmesiyle ortaya çıkan cezalandırma yetkisinin yetkili organ olan iddia makamı tarafından ceza hukuku açısından değerlendirilmesi için yargı mercii önünde iddia edilmesidir. Ceza iddiasında bulunabilecek makam, savcılıktır. Ceza davası ise, savcılığın ceza iddiasının doğruluğunun araştırılması için yetkili organ tarafından yargılama makamına başvurulmasıdır.
Ceza Hukukunda Delil Olmadan Dava Açılabilir mi?
Ceza muhakemesinde ispat, medeni muhakemeden farklılık arz eder. Maddi hakikat arandığından ve suç denilen fiilin ne zaman ve ne şekilde, kimin tarafından ve kime karşı gerçekleştirileceğinin bilinebilmesi mümkün olmadığından, vakıaların ispatı için sıkı ispat kurallarının getirilmemesi gerekmiştir.
Ceza Davasında Delillerin Araştırılması
Ceza muhakemesindeki muhakeme, geçmişin bugüne temsilî olarak getirilmesidir ve burada araç olarak deliller kullanılır. Bu nedenle ispat konusunda ceza muhakemesiyle medeni muhakeme temelde ayrılır. Ceza muhakemedenin amacı şeklî değil maddi hakikate ulaşmak olduğundan, delil serbestisi ilkesi geçerlidir. Dolayısıyla ispata ilişkin ilkeler buna göre şekillenmiştir. Delil serbestisinin belli sonuçları bulunur:
Ceza muhakemesinde yargıç, doğrudan doğruya delil elde edebilme imkanına sahiptir. Delil serbestisi ilkesi benimsendiğinden, re’sen delil araştırması yapılabilir. Mülga CMUK’ta açıkça hükme bağlanan bu ilke, yeni CMK’nın metninde açıkça yer almamaktadır. Bu nedenle doktrinde belli tartışmalar bulunmaktadır. Azınlık görüş, delillerin re’sen araştırılması açık bir hükme bağlanmadığı için yargıcın böyle bir yetkisinin olmadığını kabul eder.
Çoğunluğun görüşüne göre ise açıkça hüküm altına alınmış olmasa dahi, muhakemenin amacı itibariyle yargıcın re’sen araştırma yetkisine sahip olduğunun kabul edilmesi gerektiği benimsenir. Nihayetinde CMK da yargıcın re’sen tanık çağırabileceğini, bilirkişi atayabileceğini, yeniden keşif ve muayene kararı verebileceğini belirtmektedir. CMK md. 217/2 amaçsal yöntemle yorumlanacak olursa, taraflara her türlü delille ispat yetkisi verildiğine ve yargıcın söz konusu yetkilere sahip olduğuna göre, açık bir hüküm bulunmasa dahi delil serbestisi ilkesinin sonucu olarak yargıcın re’sen delil araştırması yapma yetkisi bulunduğu kabul edilmelidir. Örneğin: Yargıç duruşma sırasında tekrar keşif yapılmasına, tanık ifadesine istinaden başka bir tanığın çağırılmasına, DNA testinin yapılmasına karar verebilir.
Delil serbestisinin bir diğer sonucu, yargıcın savunma ve iddia makamlarının talepleriyle bağlı olmamasıdır; CMK md. 225/2 buna amirdir ve bu duruşmanın her safhası için geçerlidir.
Delil serbestisi ilkesine göre ceza muhakemesinde her şey delil olarak kullanılabilir; yeter ki bilim ve mantığa ters düşmesin ve hukuka uygun olarak elde edilmiş olsun.
Herhangi bir şeyin delil olma gücünde hiçbir kısıtlama yoktur ve suç fiiliyle ilgili herkes delilleri ileri sürebilme imkanına sahiptir. Her konu delille ispata müsaittir ve delil ileri sürmede zaman kısıtlaması yoktur. Savunma makamının ileri sürdüğü delil ile iddia makamının ileri sürdüğü delil arasında ispat gücü bakımından fark yoktur. Bu nedenle uygulamada “kamu delili” teriminin kullanılması oldukça yanlıştır.
Duruşmada ileri sürülen delillerin doğrudan doğruya olma özelliği vardır. Yargıç, ancak duruşmada ortaya konulup değerlendirilen delilleri hükme esas alabilir. Delil eğer değerlendirilmemişse, hükme esas olamaz ve bu bir bozma sebebidir. Yargıç, bir tutanak veya belgeyi delil olarak okunmadan dosyaya koymuşsa buna istinaden hüküm kuramaz. Delillerin ikamesi ile delil serbestisi ve vicdani delil sistemi (ilkesi) birbirinden farklı incelenmelidir. Delil serbestisi, her şeyin delil olabilmesi, her şeyin her şeyle ispat edilebilmesi ve herkesin delil ileri sürebilmesi unsurlarından oluşur. Vicdani ispat ilkesi, yargıcın duruşmada doğrudan doğruya duyu organlarıyla tecrübe ettiği delillere dayanarak cezai uyuşmazlık hakkında hüküm vermesini ifade eder. Bağlı delil sistemi olmadığı için birçok tanık ifadesi veya belirti duruşmada ortaya konmuş olmasına rağmen, failin o suçu işlediğine ilişkin o delillerden elde edilen vicdani kanaat, o filiin o kişi tarafından işlenmediği yönündeyse, yargıç beraate karar verebilir. Ancak bu yargıcın keyfî bir karar vermesi anlamına gelmez. Verilen hükmün mantıklı, gerekçeli olması gerekir; delillerin neden vakıanın ispatı konusunda yeterli olmadığı veya olduğu ortaya konmalıdır.
Ceza Davasında Şikayet ve Şikayetten Vazgeçme
Şikayet, takibi şikayete bağlı bir suçtan doğrudan doğruya zarar gören kişinin, fail ve fiilden haberdar olunan andan itibaren altı aylık süre içerisinde yetkili makamlara bu fiil hakkında yargılama yapılmasının istenmesidir ve bir dava şartıdır. Şikayetin belli bir formu yoktur ve sadece o fiilden doğrudan doğruya zarar gördüğünü ve failin cezalandırılmasını talep ettiğini ifade eden beyanların varlığı yeterlidir.
Şikayetin konusu, suç olduğu sanılan belli bir fiildir. Şikayetçinin bu fiilin hukuki tanımlaması ve tespitinde bulunması şart değildir. Örneğin: “Saklaması için değerli eşyamı C kişisine vermiştim ancak C bu eşyayı ona verdiğimi inkar etmekte, bu kişinin bulunarak cezalandırılmasını istiyorum.” ifadeleri şikayet için yeterlidir. Şikayetin konusu fiildir; failin bilinmesi şart değildir.
Şikayet savcılığa, sulh ceza hakimiliğine, kolluğa doğrudan doğruya yapılabileceği gibi, yazılı olarak bu yetkili mercilere verilmek üzere valilik, kaymakamlık, elçilik ve konsolosluklara da verilebilir. Şikayet kural olarak yazılı yapılır ancak sözlü olarak beyan edilen şikayet, tutanağa geçirilerek de yapılabilir.
Şikayetin bölünmezliği, faillerin birden fazla olması hâlinde bunlardan bir veya birkaçının şikayetten istisna tutulmasının mümkün olmamasıdır, zira şikayet faile değil fiile ilişkindir. Doğrudan doğruya zarar görenlerin her birinin diğerinden ayrı şikayet hakkı vardır. Mağdurlardan herhangi birinin şikayeti yeterlidir. Şikayet hakkına ancak doğrudan doğruya zarar görenler sahiptir. Dolayısıyla zarar görenler açısından ise, hakaret suçunda mirasçılara bu hak tanınmıştır. Sınırlı ehliyetsizlerin yasal temsilcileri bu hakkı kullanır.
Şikayetten vazgeçme veya şikayetin geri alınması mümkündür. Şikayetten vazgeçme (feragat etme), şikayet hakkının kullanılma süresi içerisinde henüz şikayet hakkı kullanılmadan resmî makam huzurunda şikayet hakkının kullanılmayacağına ilişkin tek taraflı irade beyanıdır. Şikayetin geri alınması ise şikayette bulunulduktan sonra, hüküm kesinleşinceye kadar bundan vazgeçilmesidir ve şikayetin geri alınması, hakkında dava açılan sanığın kabulüne bağlıdır. Şikayet geri alındıktan sonra sonra davanın düşmesi kararı verilmelidir.
Yargılama sürerken yargılamanın konusu olan fiilin şikayete bağlı olduğu soruşturma veya kovuşturma evresinde anlaşılabilir. Savcının göz ardı ederek hazırladığı iddianamenin kabulünde duruşmayı idare eden yargıç, suçun şikayete bağlı olduğunu fark edebilir veya yasa değişikliğiyle bir suçun takibi artık şikayete bağlı hale gelebilir. Böyle bir durumda, şikayete hakkı olan kişi şikayetini geri alana kadar yargılamaya devam edilir. Kişi şikayetini geri almamışsa yargılama sürer. Şikayet süresinin geçmiş olması önem arz etmez, zira şikayet hüküm verilene kadar geri alınabilir. Yargılamanın durması ve davanın düşmesi için suçtan doğrudan doğruya zarar görenin açık beyanıyla şikayetini geri alması ve sanığın buna rıza göstermesi gerekir.
Ceza Davasında Sanık Beyanları Nasıl Alınır?
Sanık, suçun işlenip işlenmediğine ilişkin herkesten fazla bilgi sahibi olan kişidir ancak sanık veya şüphelinin beyanı ikrar da olsa inkar da olsa güvenilir değildir. Zira kişi gerçekten suçu işlememiş olmasına rağmen kabul ediyor görünümünde ise bir başkasını cezadan korumak istiyor olabilir ya da gerçekten suçu işlemiş olmasına rağmen kendisini cezadan korumak isteyebilir. Bu nedenle CMK, yaratılışın bahşettiği kendini koruma içgüdüsünün sanığı doğruyu söylemekten alıkoyacağını düşünerek, sanığa susma hakkını vermiştir. Susma hakkı, sorgulama yapılırken veya ifade alınırken hatırlatılmak durumundadır. Hatırlatılmamışsa mutlak bozma sebebi teşkil eder. Sanığın cevap vermek zorunda olduğu tek şey kimliğine ilişkin bilgidir. Şüpheli veya sanığın, ifade ve sorgusunda insanlık onuruyla bağdaşmayacak ve temel hak ve özgürlükleri ihlal eden işlemlerle muhattap olmaması istenir.
Sanık veya şüpheli öncelikle duruşmaya davet edilir. Davete rağmen haklı bir mazerete dayanmayarak duruşmaya gelmeyen sanığa belli bir müeyyide uygulanır ve kişi cebren duruşmaya getirilir. Tutuklamaya ve yakalamaya ilişkin CMK’nın göstermiş olduğu koşullar mevcutsa, davet olmadan da ifade ve sorgusu zorla getirilerek alınabilir.
Ceza Davasında Tanık Delili
Muhakemenin konusunu oluşturan olay hakkında beş duyu marifetiyle öğrendiklerini hakim veya cumhuriyet savcısına anlatan üçüncü kişilere tanık denir. Her tanık bir delil kaynağıdır ve tanık beyanı da delil olarak kullanılır. Kural, tanıklığın muhakemede rol alan üç makamdan biri olmayan üçüncü bir kişi olmasıdır.
Herkes tanık olabilir ancak tanık olabilmek için muhakemenin konusunu oluşturan olayı algılamak ve olayla ilgili hususları mahkemeye aktarabilme yeteneği gerekir. Tanığın olaydan ne şekile bilgi sahibi olduğu önemli değildir. Örneğin: Kişi olaya tesadüfen, kamu görevi yerine getirirken, bir başkasından duyarak, yargıçlık yaparken tanık olmuş olabilir. Yargıç, savcı veya müdafiiden birisi bir suça tanık olmuşsa yargıçlık, savcılık veya müdafiilik görevinden önce tanıklık yapmalıdır.
Tanıklığı düzenleyen CMK md. 43 vd.’a göre, tanığın çağrılması davetiyeyle olur. Davetiyeye uymayan tanık mazeret bildirmezse zorla getirilebilir. Eğer tanık, sanığın tutuklu olduğu davada tanıklık yapıyorsa, davetiyesiz zorla getirilebilmesi mümkündür. Çağrıya uymayan tanık, mazeretini bildirmeden gelmemişse giderleri ödemeye mahkum edilebilir. Tanık beyanı ancak cumhuriyet savcısı önünde, yargıçlık makamı önünde veya mahkeme önünde alınmışsa hükme esas alınabilir. Örneğin: Yargıcın kendi ofisinde bulunulan beyanlar tanık beyanı olarak değerlendirilemez. Kollukta tanığın bilgisine başvurulur ancak bu bir tanık beyanı değildir, bilgi almadır.
Tanıklık olaya ilişkin yapılır ve mutlaka sözlü olması gerekir. Duruşmada tanık beyanını yazılı olarak veremez ancak not tuttuğu birtakım bilgilerden yararlanabilir ancak doğrudan okuma şeklinde bir tanıklık beyanı yapılamaz. Bir tanık dinlenirken diğeri çıkarılır. Üçüncü kişilerin tanıklığında kişi eğer suç ortağıysa yemin ettirilmeden tanık beyanı alınır. Suçtan zarar görene de yemin ettirilmez. Suçtan zarar gören kişi katılma talebinde bulunmuş ve bu talebi kabul edilmişse yemin ettirilemez.
Ceza Davasında Tanıklık Yapmak Zorunlu mu?
Tanıklıktan çekinme hakkı olanlar md. 45’te düzenlenmiştir. CMK md. 45’e göre sınırlı sayıda tanıklıktan çekinme hakkına sahip olanlar;
Şüpheli veya sanığın nişanlısı, evlilik bağı kalmasa bile şüpheli veya sanığın eşi, şüpheli veya sanığın kan hısımlığından veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyu, şüpheli veya sanığın üçüncü derece dahil kan veya ikinci derece dahil kayın hısımları, şüpheli veya sanıkla aralarında evlâtlık bağı bulunanlardır.
CMK md. 46, meslekleri sebebiyle tanıklıktan çekinebilecekleri düzenlemiştir. Bunların başında müdafii gelir. Avukatlar veya stajyerleri veya yardımcılarının, hekimlerin, diş hekimlerin, eczacıların, ebe ve yardımcılarının, tüm tıp mesleğiyle uğraşanların, mali işlerde görevli müşavir ve noterlerin meslekleriyle ilgili sanık hakkında öğrendiği bilgiler öğrendikleriyle ilgili olarak tanıklıktan çekinme hakkı vardır. Ancak avukatlar ve stajyerleri hariç, sanığın rızası varsa tanıklıktan çekinme hakkını kullanamazlar.
Yalancı tanıklık suç olarak düzenlenmiştir ancak sanığın yalan beyanları suç teşkil etmez. CMK md. 47, devlet sırrı niteliğindeki bilgilerle ilgili tanıklığı düzenlemiştir. Kural olarak devlet sırrı bulunmamaktadır, dolayısıyla sadece hakime ulaşmak üzere kamu görevlisinin ilgili bilgiyi hakime vermesi mümkündür. Tanıklık konusu bilgilerin Devlet sırrı niteliğini taşıması halinde; tanık, sadece mahkeme hakimi veya heyeti tarafından zâbıt katibi dahi olmaksızın dinlenir. Hakim veya mahkeme başkanı, daha sonra, bu tanık açıklamalarından, sadece yüklenen suçu açıklığa kavuşturabilecek nitelikte olan bilgileri tutanağa kaydettirir.
Tanık, kendisinin veya bir yakınının ceza kovuşturmasına neden olacak nitelikte olan sorulara cevap vermekten çekinebilir. Basın Kanunu md. 12’ye göre de, süreli yayın sahibi, sorumlu müdürü ve eser sahibi, bilgi ve belgeleri dahil her türlü haber kaynaklarını açıklamaya ve bilgi vermeye zorlanamaz. Böylece düşünce, bilgi ve kanaatleri toplama özgürlüğü ve basın hürriyeti korunmak istenir.
Ceza Davasında Savunma Nasıl Yapılır?
Yargılama yapılırken duruşmada sanığın bulunmasının mecburi kılınmasının iki sebebi bulunur. Sanığın savunma hakkını kullanabilme imkanının bulunması ve ceza muhakemesine hakim olan ilkelerle doğrudan doğruya ilgili olarak, hakimin vicdani kanaatinin uyanabilmesi için sanığın olması, delillerin ikame edilip üzerinde tartışılması, sanığın iddia ve savunma makamının doğrudan doğruya soracağı sorularla olayın aydınlatılması, yüze karşı doğrudan doğruya hükmün verilmesi gerekliliği, sanığın duruşmada hazır bulunması gerekliliğini doğurur. Hakim, sanığa sorulan sorularla, sanığın tepkileriyle, yüz ifadeleriyle dahi maddi olayın niceliğine ilişkin kanaat elde edebilir. Ancak CMK, yargılama yapılırken duruşmada bulunmayan sanığın belli koşulların varlığı hâlde
yargılanabileceğini hükme bağlamıştır.
Savunma makamı, bireysel müdafaada karşısında hukuk öğrenimi görmüş ve belli bir staj döneminden geçmiş donanımlı yargıç ve savcı bulunur. Herhangi bir kişinin böylesine bir hukuki donanıma sahip olması mümkün değildir. Bu nedenle sanığın hukuk bilgisine sahip bir kişi tarafından soruşturma ve kovuşturmada savunulması gerekir. Bu kişi, müdafiidir. Müdafii ile şüpheli veya sanığın arasındaki ilişki, müdafiin yaptığı görev kamusal olduğundan, vekalet ilişkisi değildir. Ceza davasında vekalet ilişkisi ancak katılan ile onun avukatı arasında bulunabilir.
Müdafii ile şüpheli veya sanık arasındaki ilişki vekalet olmadığından, müdafii şüpheli veya sanığı temsil eden kişi değil, ona hukuki yardım veren kişidir. Bu nedenle CMK, bazı suçlarda ve bazı kişisel durumlarda mecburi müdafiiliği kabul etmiştir. Müdafii, şüpheli veya sanığın ona yüklenen suçu işlemediği; işlemiş olsa dahi iddia edilen cezayı hak etmediği; işlediği iddia edilen fiilin hukuka aykırı olmadığı; şüpheli veya sanığın belli hukuki sebeplerle cezalandırılmasının gerekmediğini yetkili organ önünde ileri sürmek şeklinde tanımlanabilecek olan savunma faaliyetini, yasaların kendisine verdiği yetkiye göre soruşturma veya kovuşturmayı yürüten organlar önünde gerçekleştirdiği görev sebebiyle belli niteliklere sahiptir ve sanığın yardımcısıdır. CMK, sanığın bir müdafiiye sahip olma hakkını tanımakla yetinmemiş, bu hakkın olduğunu şüpheli ve sanığa ifade ve sorguda hatırlatma zorunluluğu getirmiştir.
Ceza Davasında Şüpheli veya Sanığın Hakları Nelerdir?
CMK, AY ve AİHS’te şüpheli ve sanığın haklarından özellikle bahsedilir ve birçok hak ve güvenceler getirilmiştir. Şüpheli veya sanığın en temel hakkı, savunma hakkıdır. Savunma hakkı, geniş ve kapsayıcıdır. Kişinin haklarının ve kendisi hakkındaki suçlamayı öğrenme hakkı bulunur. CMK md. 147’ye göre, kolluk veya savcı şüphelinin, mahkeme sanığın ifadesini alırken ilk olarak sanığa haklarını hatırlatır. Bu hatırlatmanın tutanağa geçirilmesi zorunludur.
İlgili hükme göre:
Şüpheli veya sanığın kimliği saptanır. Şüpheli veya sanık, kimliğine ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmakla yükümlüdür. Kişi, kimliğine ilişkin sorular dışında hiçbir vakıaya ilişkin soru cevaplamak veya doğruyu söylemekle yükümlü değildir.
- Kişiye kendisine yüklenen suç anlatılır.
- Müdafii seçme hakkının bulunduğu ve hukuki yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafii seçecek durumda olmadığı ve bir müdafii yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafii görevlendirilir.
- 95. madde hükmü saklı kalmak üzere, yakalanan kişinin yakınlarından istediğine yakalandığı derhal bildirilir. Kişinin tutuklandığı, gözlatı süresinin uzatıldığı ve hakkında yapılan diğer muhakeme işlemleri yakınlara bildirilir. Kişi yabancıysa uyrukluğunda olduğu ülkenin konsolosluğuna bildirilir ancak yazılı olarak yapacağı itiraz üzerine bu bildirimde bulunulmayabilir.
- Yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir. Susma hakkının kullanılması, failin suçu ikrar ettiği anlamına gelmez ve bundan kişi aleyhine sonuç çıkarılamaz.
- Şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını isteyebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe nedenlerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek olanağı tanınır. Fail, hukuka uygun olmak şartıyla her türlü yollardan kendisini savunma hakkına sahiptir.
- İfade verenin veya sorguya çekilenin kişisel ve ekonomik durumu hakkında bilgi alınır. Örneğin: Duruşmalarda soru sorabilir, tercümandan yararlanabilir, duruşmalarda hazır bulunabilir, savunmasını hazırlamak için mutlaka yeterli zamana ve kolaylığa sahip olması gerekir.
Soruşturma veya kovuşturma aşamasında şüpheli veya sanık istediği kadar müdafiiden yararlanabilir. Tek bir durumda müdafii sayısı sınırlanmıştır. Soruşturma evresinde ifade alınırken en fazla üç avukat şüphelinin yanında bulunabilir. Çapraz sorgu olarak adlandırılan yöntemle sanığın katılana, tanıklara ve bilirkişilere soru sorması mümkündür. Ancak bu hakim veya mahkeme başkanı aracılığıyla mümkündür. Sorulan soruya itiraz edilecek olursa mahkeme başkanın sorunun sorulup sorulmayacağına karar verir.
Kişiye duruşmanın yapılacağını bildiren davetiyenin tebliğiyle duruşmanın yapılacağı gün arasında en az 7 gün olmalıdır. Kişi, kendisine bildirilen iddianameye göre savunmasını yapar. Sanık, davetiyeyi aldıktan sonra mahkemeye kendi lehine delillerin toplanması talebinde bulunabilir.
Bir kişi suç şüphesiyle yakalanmışsa ve serbest bırakılmıyorsa derhal hakimin önüne çıkması gerekir. Kişi yakalandıktan sonra savcılık ya gözaltına alınması ya da serbest bırakılması kararı verir. Kural olarak gözaltı süresi 24 saattir. Kişi yakalanmış, gözaltına alınmış veya tutuklanmışsa, bunlara itiraz etme hakkı vardır.
Ceza Davası Savunma Dilekçesi
Ceza davası savunma dilekçesinde özellikle ister soruşturma aşamasında ister kovuşturma aşamasında olsun gerekçeli savunma yapılmalıdır. Ceza davasında savunma soruşturma aşamasında savcılık makamına, ceza davası açıldıktan sonra yani kovuşturma aşamasında mahkemeye verilecek savunma dilekçesi ile gerçekleştirilmektedir.
Savunma dilekçesinde önemli olan husus savunma dilekçesinin uzunluğu değildir. Savunma dilekçesi kısa da olabilir yeri geldiğinde sayfalar da sürebilir. Burada dikkat edilmesi gereken husus savunma dilekçesininin yukarıda da ifade etmiş olduğumuz gibi gerekçeli olmasıdır. İsterseniz 20 sayfa isterseniz 100 sayfa savunma yapın gerekçesi olmadığı sürece hiçbir işe yaramaz.
Ceza Davası Zamanaşımı Süreleri
Ceza Davasında ceza davası zamanaşımı süreleri bakımından ikili bir ayrım bulunmaktadır. Buna göre ;
Dava zamanaşımı süreleri ve ceza zamanaşımı süreleri olarak ikiye ayrılan ceza davası zamanaşımı süreleri oldukça önemli bir yere sahiptir.
Ceza Davasında İstinaf ve Yargıtay Başvurusu Nasıl Yapılır?
CMK md. 223’te belirtilen hâllerin dışında bir hüküm verilmesi mümkün değildir. CMK md. 223/son, adli yargının görevine girmeyen bir uyuşmazlık söz konusu ise buna ilişkin yetkisizlik ve görevsizlik kararının da nihai karar olduğu kabul edilir. Bu, kanun yollarına başvurma açısından önem taşır. Hüküm sayılan kararlara karşı temyiz yolu açık olduğundan bu kararlara karşı temyize başvurulabilir. Durma kararı nihai bir hüküm değildir, zira cezai uyuşmazlığı tamamen çözmez, belli sebeplerle yargılamayı duraklatır.
Durmasına sebep olan hâller ortadan kalkarsa yargılamaya devam edilecek demektir. Durma kararı bir ara karar olduğu için buna itiraz edilebilir. Duruşmaların celseleriyle iddia ve savunma makamının ortaya koyduğu delillerle iddia ve savunmanın delil ikame etmesiyle birlikte mahkeme öncelikle delilleri kabul eder, sonra deliller duruşmada aleni ve sözlü olarak ortaya konulur. İddia ve savunma makamı ile katılanlar delil hakkındaki düşüncelerini sözlü olarak ifade eder. Neticede ortaya konulan ve tartışılan delillerden elde edilen kanaate göre mahkeme belli bir karara varır. Karar veren mercii, muhakemenin yürüyüşü sırasında vereceği ara kararlarda veya vereceği nihai kararda hata yapmış olabilir. Bilerek ve isteyerek, kasten hukuka aykırı ara karar veya nihai karar veren hakimler hakkında TCK’ya göre işlem yapılır. Kanun yollarının getirilmesindeki amaç, yorum hatası, kuralın uygulanmayacağına ilişkin kanaat, delillerin yanlış değerlendirilmesi veya usul hükümlerine aykırılık sebebiyle varılan neticenin yanlış olması halinde başvurulacağıdır.
Olağan kanun yolu, kesinleşmemiş mahkeme kararları ve yargıçlık kararları ile hüküm denilen nihai kararlara karşı kabul edilen kanun yoludur. CMK, üç olağan kanun yolu kabul etmiştir: itiraz, istinaf ve temyiz. İstinaf, Bölge Adliye Mahkemelerinin görevine giren incelemelerdir. Olağanüstü kanun yolları ise kesinleşmiş mahkeme kararları aleyhine başvurulan kanun yollarıdır. Yargıtay başsavcılığının itirazı, kanun yararına bozma, yargılamanın yenilenmesi olağanüstü kanun yollarıdır.
Ceza Muhakemesi Kurallarının Kaynağı Nedir?
Ceza muhakemesi kuralı, ceza muhakemesinin yapılması esnasında uyulması gereken kuralları ifade eder. Ceza muhakemesinin kuralları kaynaklar, yorum ve uygulama sınırları açısından incelenebilir. Ceza muhakemesi kurallarının zaman, yer, kişi ve madde bakımından uygulanması sorusu, uygulama sınırlarını ifade eder. Ceza kurallarının ortaya çıkış biçimi, kaynak sorununu oluşturur. Ceza muhakemesi kuralı da bir hukuk kuralı olduğundan, ceza muhakemesi kurallarına da yazılı ve yazısız kaynaklar kaynaklık eder. Yazılı kaynaklar biçimsel (doğrudan doğruya) kaynaklar, yazısız kaynaklar ise dolaylı kaynaklardır. Biçimsel kaynaklar yasama, yürütme ve yargı organından çıkarılabilir. Anayasa md. 142’ye göre mahkemelerin kuruluşu, görevleri, yetkileri, işleyişi ve yargılama usûlleri kanunla düzenlenir. Yani ceza muhakemesi kurallarında anayasaya göre kanunilik ilkesi geçerlidir. Buna göre, ceza muhakemesi kuralının doğrudan doğruya kaynağı münhasıran kanunlardır. Yasama organından öncelikle anayasa, ikinci olarak kanunlar, üçüncül olarak ise uluslararası anlaşmaların uygun bulma kanunları geçer.
Anayasa
Anayasalar, devletin ana kurumlarını, bunların birbiriyle olan ilişkilerini, kişilerin temel hak ve özgürlüklerini düzenleyen en önemli yazılı hukuk kurallarıdır. 1. Dünya Savaşı öncesindeki anayasalar, devletin ana kurumlarını düzenlemekle birlikte, kişi hak ve özgürlüklerine ilişkin pek fazla düzenlemeye yer vermemiştir. Bunun nedeni, bu anayasaların önemli gördüğü şeyin, devlet otoritesinin hukuka bağlılığını ve güçler ayrılığını sağlamak olmasıdır. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bunun yanısıra, temel hak ve özgürlüklere ilişkin temel düzenlemeler eklenmiştir. Türkiye’de 1961 ve 1982 anayasaları, temel hak ve özgürlükleri ve ceza muhakemesi kanununun içerisinde yer alması gereken birçok hususu anayasal güvence altına almıştır, zira Türk hukukunda anayasalar sert niteliktedir. Hiçbir kanun anayasaya aykırı hüküm taşıyamayacağından, anayasal hükümlerde yer alan güvenceler ceza muhakemesi açısından büyük önem taşır. Masumiyet karinesi, idari savunma hakkı, tabii yargıç ilkesi, yakalama ve tutuklama, adil yargılanma hakkı, mahkemelerin bağımsızlığı, duruşmaların aleniyeti gibi hususlar salt ceza muhakemesi olmasına rağmen CMK’da değil anayasada düzenlenmiştir.
Kanunlar
5275 sayılı yeni CMK, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Eski CMUK, 1877 tarihli Alman CMK’sından tercüme edilmiştir. Alman kanununa hakim olan görüş liberalizmdir ve temel hak ve özgürlüklere ciddi şekilde önem verir. Siyasi konjonktüre göre CMUK çok fazla değişikliğe uğramıştır. Bunların en önemlisi 1936’da yapılmıştır. 1973, 1985 ve 1992 yıllarında büyük değişiklikler yapılmıştır. Nihayetinde 2005 yılında TBMM yeni CMK’yı kabul etmiştir. CMK, yedi kitaptan oluşmaktadır. 1-156 genel hükümleri, 157-174 soruşturmayı, 175-232 kovuşturmayı, 233-243. maddeler ise mağdur, şikâyetçi, malen sorumlu, katılan hükümlerini içermektedir. CMK, iddia, savunma ve yargılama makamından oluşan üç ana unsur arasında kolektif bir hareketin olduğu bir muhakeme sistemi düzenler. Mülga CMUK, hazırlık soruşturması, son soruşturma ve kanun yolları olmak üzere üç evre öngörmüştü. CMK ise soruşturma, kovuşturma ve kanun yolları olmak üzere üç evre öngörmüştür. CMK ile yeni koruma tedbirleri kabul edilmiştir, mağdurun hakları da sanığın haklarıyla neredeyse eşit olarak korunabilir durumdadır. Mülga CMUK’ta gıyapta tutuklama kararı alınabilir hâldeydi ancak CMK’da gıyapta tutuklama kural olarak kaldırılmış ve bunun yerine yakalama kararı öngörülmüştür. Soruşturmada hakimlik veya kovuşturmada mahkeme tarafından yakalama emri verildiğinde, sanık veya şüpheli en geç 24 saat içerisinde emri veren hakim veya mahkemenin huzuruna çıkarılır. Eğer 24 saat içerisinde kararı veren yer mahkemesi huzuruna çıkarılamıyorsa, yakalandığı yer en yakın sulh ceza hakimliğinin huzuruna çıkarılır, sesli ve görüntülü sorgulama yöntemiyle yetkili hakimlikçe sorgulama yapılarak serbest bırakılır veya tutuklanmasına karar verilir. Yeni CMK’yla mecburi müdafiiliğin kapsamı genişletilmiş, iddianamenin iadesi kurumu kabul edilmiştir. Kamu davasının mecburiliği ilkesi, belli istisnalarla takdirî hâle getirilmiştir. Vakıaların ancak hukuka uygun delillerle elde edildiği takdirde ispat edilmiş sayılacağı kuralı kabul edilmiştir. Uzlaşma, hükmün açıklanmasının geriye bırakılması kurumları kabul edilmiş, kanun yollarında itiraz yeniden düzenlenmiş ve istinaf mercii getirilmiştir.
Uluslararası Antlaşmalar
Anayasa md. 90/5’e göre, usûlüne göre yürürlüğe konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası anlaşmalara ilişkin olarak anayasaya aykırılık iddiasında bulunulamaz ve iç hukuk, uluslararası anlaşmalara aykırı ve temel hak ve özgürlüklere ilişkin hükümler ihtiva ettiği takdirde, uluslararası anlaşma hükümleri üstün gelir. Ceza normları ile uluslararası anlaşma hükümlerinin çatışması uzak bir ihtimaldir, zira uluslararası anlaşmalar soyut hükümler taşırken, iç hukuktaki ceza normları somut hükümler taşır. Örneğin: Adil yargılanma hakkı ile ilgili hüküm, uluslararası anlaşmalarla kabul edilmiştir ancak somut bir hüküm olmadığından, bu hükümlere aykırı fiillerin olması hâlinde ancak tazminatı gerektiren hâller söz konusu olabilir ve bu uluslararası hükümler iç hukuktaki hükmün uygulanmasına etki etmez.