Uzman Erbaş Atama İptali Davası

  • Anasayfa
  • Uzman Erbaş Atama İptali Davası

Uzman Erbaş Atama İptali Davası

Uzman erbaş atama iptal davasında uzman erbaşların, uzman çavuşların atanacakları birliklerde atama branşının göz önünde bulundurulması gerektiği belirtilmiş ve açılan uzman erbaş atama iptali davasında atama işlemi iptal edilmiştir.

Uzman Erbaş Atama İptali Davası

Uzman Erbaş Atama İptali Davası

Uzman erbaş atama iptal davasında uzman erbaşların, uzman çavuşların atanacakları birliklerde atama branşının göz önünde bulundurulması gerektiği belirtilmiş ve açılan uzman erbaş atama iptali davasında atama işlemi iptal edilmiştir. Nitekim jeneratör teknisyeni olan uzman çavuşun atandığı birlikte jeneratör teknisyeni kadrosu bulunmadığından işlemin iptaline karar vermek gerekmiştir.

Uzman Erbaş Atama İptali Hangi Mahkemede Açılır

Uzman erbaş atama iptali davası idari bir işleme karşı açılacak dava türüdür. Bu davada yapılan işlemin iptali istendiğinden dolayı davanın açılacağı mahkeme daha doğru ifade ile görevli mahkeme idare mahkemesi olacaktır.

Uzman Erbaş Atama İptali Davası Nerede Açılır

Uzman erbaş atama iptali davasında yetkili mahkeme yani davanın açılacağı yer mahkemesi uzman erbaşın son görev yaptığı yer mahkemesi olacaktır. Örneğin Ankara'dan Urfa'ya atanan uzman erbaş davasını Ankara Nöbetçi İdare Mahkemesinde açabilecektir.

Uzman Erbaş Atama İptali Davasında Harç ve Masraflar

Her davada olduğu gibi uzman erbaş atama iptali davasında da harç ve masrafların yatırılması şarttır. Dava harç ve masrafları yatırılmadan açılan davada mahkeme davacıya harç ve masrafların tamamlanması için kesin süre verir. Bu süreler içerisinde yatırılmayan harç ve masraf olursa davanın reddine karar verilecektir.

Uzman Erbaş Atama İptali Davasında Duruşma Yapılır mı

Uzman erbaş atama iptali davasında duruşma yapılır ancak idare mahkemelerinde tek bir duruşma yapıldığından mütevellit başka duruşma yapılmayacaktır. İdare mahkemelerinde duruşma zaptı da düzenlenmez ve duruşmada zabıt katibi olmaz bu bakımdan duruşmada başkan ve üyeler tarafları dinlemekle yetinir.

Uzman Erbaş Atama İptali Davasında Yürütme Durdurma İstenebilir mi

Uzman erbaş atama iptali davasında yürütme durdurma da talep edilebilir. Unutulmamalıdır ki yürütme durdurma talep eden taraf yürütme durdurma harcını da mahkeme veznesine yatırmalıdır. Uygulamada doğru bilinen bir yanlış bulunmaktadır. Bu da yürütme durdurma davası diye tabir edilen aslında var olmayan bir uygulamadır. Yürütme durdurma için ayrı bir dava açılmaz. Yürütme durdurma sadece iptal davalarında ve yine iptal davası ile birlikte talep edilebilecek bir koruma tedbiridir. Mahkeme yürütme durdurma talebini reddederse davacı bu kararın kendisine tebliğinden itibaren yine harçlarını yatırmak kaydıyla 7 gün içerisinde Bölge İdare Mahkemesine itiraz edebilecektir.

Uzman Erbaş Atama İptal Davasında Avukata Nasıl Vekalet Veririm

Uzman erbaş atama iptali davasında avukata vekalet vermeden önce vekalet verilmesi düşünülen avukat ile vekalet ücretleri konusunda anlaşılır ve anlaşma sağlandıktan sonra avukatın bilgilieri alınır ve notere gidilir. Noterde avukat adına genel dava vekaletnamesi çıkartılır ve vekalet avukata gönderilir. Avukat bu vekaletnameyi mahkemey sunarak tüm dava sürecini bu vekalet ile takip eder.

Uzman Erbaş Atama İptali Emsal Karar

T.C.
ANKARA
BÖLGE İDARE MAHKEMESİ
1. İDARİ DAVA DAİRESİ
ESAS NO : 2019/...
KARAR NO : 2020/...
İSTİNAF İSTEMİNDE
BULUNAN (DAVACI) : ...
VEKİLİ                                           : 
Av. BİLGEHAN UTKU
KARŞI TARAF (DAVALI)              : JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI - ANKARA
VEKİLİ :

İSTEMİN ÖZETİ : Jandarma Genel Komutanlığınca 2017 Yılı 10. Dönem Sözleşmeli Uzman Erbaş Temini kapsamında açılan sınavı kazanan davacı tarafından, Uzman Erbaş Yönetmeliğinin "personelde aranacak nitelikler" başlıklı 6. maddesinin 1. fıkrasının (g) bendindeki güvenlik soruşturması uygun olma şartını sağlamadığı belirtilerek adaylık işlemlerinin sonlandırılmasına ilişkin işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle açılan davada; güvenlik soruşturmasının olumlu sonuçlanmasının kamu görevlisinin atanması için gerekli şartlardan birisi olduğu göz önüne alındığında ve davacı hakkında yapılan güvenlik soruşturması sonucu elde edilen bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi neticesinde, tespit edilen durumların olumsuz olduğu kanaatine varıldığından, davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz olduğundan bahisle atamasının iptal edilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddi yolunda Ankara 12. İdare Mahkemesi'nce verilen 25/09/2019 tarihli ve E:2019/499, K:2019/1855 sayılı kararın, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek kaldırılması istenilmektedir.

SAVUNMANIN ÖZETİ : Mahkeme kararında hukuka aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek, istinaf isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Ankara Bölge İdare Mahkemesi 1. İdari Dava Dairesince, 2577 sayılı Yasanın değişik 45. maddesi uyarınca dava dosyası incelenerek gereği görüşüldü:
Dava, Jandarma Genel Komutanlığınca 2017 Yılı 10. Dönem Sözleşmeli Uzman Erbaş Temini kapsamında açılan sınavı kazanan davacı tarafından, Uzman Erbaş Yönetmeliğinin "personelde aranacak nitelikler" başlıklı 6. maddesinin 1. fıkrasının (g) bendindeki güvenlik soruşturması uygun olma şartını sağlamadığı belirtilerek adaylık işlemlerinin sonlandırılmasına ilişkin işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

4045 sayılı Güvenlik Soruşturması, Bazı Nedenlerle Görevlerine Son Verilen Kamu Personeli ile Kamu Görevine Alınmayanların Haklarının Geri Verilmesine ve 1402 Numaralı Sıkıyönetim Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 1. maddesinde, “Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması; kamu kurum ve kuruluşlarında, yetkili olmayan kişilerin bilgi sahibi olmaları halinde devlet güvenliğinin, ulusal varlığın ve bütünlüğün, iç ve dış menfaatlerin zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgelerin bulunduğu gizlilik dereceli birimler ile Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, jandarma, emniyet, sahil güvenlik ve istihbarat teşkilatlarında çalıştırılacak kamu personeli ve ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalışacak personel hakkında yapılır.

(Ek:18/10/2018-7148/29 md.) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmakla görevli birimler, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması kapsamında bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşları arşivlerinden ve elektronik bilgi işlem merkezlerinden bilgi ve belge almaya, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171 inci maddesinin beşinci ve 231 inci maddesinin onüçüncü fıkraları kapsamında tutulan kayıtlara ulaşmaya, Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından yürütülen soruşturma sonuçlarını, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar ile kesinleşmiş mahkeme kararlarını almaya yetkilidir.

Devletin güvenliğini, ulusun varlığını ve bütünlüğünü iç ve dış menfaatlerinin zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgeler ile gizlilik dereceli kamu personeli ile meslek gruplarının tespiti, birim ve kısımların tanımlarının yapılması, güvenlik soruşturmasının ve arşiv araştırmasının usul ve esasları ile bunu yapacak merciler ve üst kademe yöneticilerinin kimler olduğu Cumhurbaşkanınca yürürlüğe konulacak yönetmelik ile düzenlenir.” hükmüne yer verilmiştir.

Davacının Jandarma Genel Komutanlığına uzman erbaş olarak yerleştirmesi yapılmış olup, davacının atamasının yapılmadığı Jandarma Genel Komutanlığı 4045 sayılı Kanunun 1. maddesinin 1. fıkrası kapsamında olduğundan, dava konusu işlem yukarıda belirtilen mevzuat hükmü uyarınca 4045 sayılı Kanunun yukarıda sözü edilen 2. fıkrası hükmüne dayanılarak tesis edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi'nin 19/02/2020 tarihli ve E:2018/163, K:2020/13 sayılı kararı ile; “Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrasında herkesin özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğunun, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağının belirtildiği; son fıkrasında da herkesin, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olduğu, bu hakkın; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilmeyi, bu verilere erişmeyi, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsadığı, kişisel verilerin, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceği, kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usullerin kanunla düzenleneceği belirtilerek, kişisel verilerin korunmasının, özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkı kapsamında güvenceye kavuşturulmuş olduğu, kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının, insan onurunun korunması ve kişiliğini serbestçe geliştirebilmesi hakkının özel bir biçimi olarak bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin işlenmesi sırasında korumayı amaçladığı, Anayasa Mahkemesinin yerleşik kararlarında belirtildiği üzere “...adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi bireyin sadece kimliğini ortaya koyan bilgiler değil; telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, IP adresi, e-posta adresi, hobiler, tercihler, etkileşimde bulunulan kişiler, grup üyelikleri, aile bilgileri, sağlık bilgileri gibi kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm verilerin…” kişisel veri olarak kabul edildiği; bu bağlamda, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasıyla elde edilen verilerin kişisel veri niteliğinde olduğu, dava konusu kuralın, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmakla görevli birimler tarafından güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması kapsamında kişilerin kişisel veri niteliğindeki özel hayatı, iş ve sosyal yaşamıyla ilgili bilgilerinin alınmasına, hakkındaki suç işlediğine dair iddiaların değerlendirildiği Cumhuriyet savcılığı, hâkim veya mahkeme kararlarının tutulduğu kayıtlara ulaşılmasına ve bu kayıtların kullanılmasına imkân tanıması nedeniyle kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sınırlama getirdiği, Anayasa’nın 20. maddesi uyarınca kişisel verilerin ancak kanunda öngörülen hâllerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceği, Anayasa’nın 13. maddesinde de “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” hükmüne yer verilerek temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğinin ifade edildiği, Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleri uyarınca kişisel verilerin korunmasını isteme hakkını sınırlamaya yönelik kanuni bir düzenlemenin şeklen var olmasının yeterli olmayıp yasal kuralların keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olması gerektiği, esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olmasının, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir gereği olduğu, hukuk devletinde, kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerektiği, Kanunda bulunması gereken bu niteliklerin hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunlu olduğu, zira bu ilkenin, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılacağı; dolayısıyla, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik ilkesinin, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanması gerektiği, Anayasa'nın 129. maddesinin birinci fıkrasında, memurlar ve kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunma yükümlülüklerinin düzenlendiği, belirtilen husus gözetilerek kamu görevinde çalıştırılacak kişiler bakımından güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması yönünde düzenlemeler getirilmesinin kanun koyucunun takdir yetkisinde olduğu, ancak bu alanda düzenleme öngören kuralların kamu makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde tedbirler uygulama ve özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkına yönelik müdahalelerde bulunma yetkisi verildiğini yeterince açık olarak göstermesi ve muhtemel kötüye kullanmalara karşı yeterli güvenceleri sağlaması gerektiği, kuralda güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmakla görevli olanların bu kapsamda kişisel veri niteliğindeki bilgilere ulaşması öngörülmüşken Kanun’da bu bilgilerin ne şekilde kullanılacağına, hangi mercilerin soruşturma ve araştırmayı yapacağına, bu bilgilerin ne suretle ve ne kadar süre ile saklanacağına, ilgililerin söz konusu bilgilere itiraz etme imkânının olup olmadığına, bilgilerin bir müddet sonra silinip silinmeyeceğine, silinecekse bu sırada izlenecek usulün ne olduğuna, yetkinin kötüye kullanımını önlemeye yönelik nasıl bir denetim yapılacağına ilişkin herhangi bir düzenlemenin yapılmadığı, diğer bir ifadeyle güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasına ve elde edilecek verilerin kullanılmasına ilişkin keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir kanuni güvenceler belirlenmeksizin, kuralla güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmakla görevli olanların bu soruşturma ve araştırma kapsamında kişisel veri niteliğindeki bilgileri almakla yetkili olduklarının belirtildiği, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda kişisel veri niteliğindeki bilgilerin alınmasına, kullanılmasına, işlenmesine yönelik güvenceler ve temel ilkeler kanunla belirlenmeksizin bunların alınmasına ve kullanılmasına izin verilmesinin Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleriyle bağdaşmadığı, açıklanan nedenlerle kuralın Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırı olduğu” belirtilmek suretiyle, 7148 sayılı Kanun’un 29. maddesiyle 4045 sayılı Güvenlik Soruşturması, Bazı Nedenlerle Görevlerine Son Verilen Kamu Personeli ile Kamu Görevine Alınmayanların Haklarının Geri Verilmesine ve 1402 Numaralı Sıkıyönetim Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 1. maddesine eklenen 2. fıkranın Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir.

Anayasa Mahkemesi'nin bu kararı 28/04/2020 tarihli ve 31112 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. Anayasa Mahkemesi bu düzenlemeyi iptal ederken ileri tarihli bir yürürlük süresi öngörmemiştir. Dolayısıyla, anılan karar Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlüğe girmiştir.

Anayasa Mahkemesinin sözü edilen kararı ile iptal edilen yasa kuralı (4045 sayılı Kanunun 1. maddesinin 2. fıkrası) dışında, farklı statüde görev yapan kamu görevlileri ile ilgili olarak güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmasını öngören başka yasal düzenlemeler bulunmaktadır. Ancak bu yasal düzenlemelerden, 657 sayılı Kanunun 48/1-A-8. bendi, 29/11/2019 tarihli ve 30963 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 24/07/2019 tarihli ve E:2018/73, K:2019/65 sayılı kararı ile; 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 7. maddesinin 1-f bendi ise, 30/04/2020 tarihli ve 31114 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 19/02/2020 tarihli ve E:2018/91, K:2020/10 sayılı kararı ile Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Ayrıca, 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun 3. maddesinin “Sözleşmeli erlik için aranacak niteliklerin” düzenlendiği 3. fıkrasınının (f) bendinde; “Güvenlik soruşturması olumlu sonuçlanmış olmak; güvenlik soruşturmasının sonucunun henüz gelmediği hallerde arşiv araştırması olumlu sonuçlanmış olmak” hükmü yer almakta olup, Dairemizin 27/02/2020 tarihli ve E:2020/849 sayılı kararı ile anılan düzenlemenin Anayasa'nın 13., 20. ve 128. maddelerine aykırı olduğundan bahisle iptali istemiyle itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur. Bu başvuru hakkında Anayasa Mahkemesi henüz esastan bir karar vermemiştir.

Öte yandan,12/04/2000 tarihli ve 24018 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan "Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği" de 4045 sayılı Kanun'un 1. maddesine dayanılarak çıkarılmış bulunmaktadır.

Dava konusu edilen işlemin dayanağını oluşturan yasa kuralı (7148 sayılı Kanun’un 29. maddesiyle 4045 sayılı Kanun’un 1. maddesine eklenen 2. fıkranın), yukarıda bahsedildiği üzere Anayasa Mahkemesi'nce iptal edildiğinden, Anayasa Mahkemesi kararının geriye yürümesi ve söz konusu karardan önce yürürlükte olan Anayasaya aykırı kurala göre tesis edilen işlemlere karşı açılan ve halen görülmekte olan davaların (olayımızda olduğu gibi), Anayasa Mahkemesi kararından ne şekilde etkileneceği hususunun öncelikle açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

Anayasa'nın 153. maddesinin 3. fıkrası, "Kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü yada bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazete'de yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, Resmi Gazete'de yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez"; 5. fıkrası, "İptal kararları geriye yürümez"; 6. fıkrası ise, "Anayasa Mahkemesi Kararları Resmi Gazete'de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar." kurallarını içermektedir. Anayasa Mahkemesince bir kanunun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da bunların belirli hükümlerinin Anayasa'ya aykırı bulunarak iptal edilmiş olduğu bilindiği halde eldeki davaların Anayasa'ya aykırılığı saptanmış olan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa'nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülemez. Aksine bir durum, Anayasa'nın 153. maddesinde yer alan Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı olduğu yönündeki hükme aykırılık oluşturur. Öte yandan, Anayasanın 153. maddesinin 5. fıkrasında yer alan ve iptal kararlarının geriye yürümezliğine ilişkin bulunan kural, iptal edilen hükümlere göre kazanılmış olan hakların ortadan kaldırılmasına veya toplumun huzurunun bozulmasına yol açacak sonuçları önlemek amacıyla kabul edilmiş olup, bu kuralın mutlak anlamda anlaşılıp uygulanamayacağı açıktır. Yargıtay'ın bir kararında belirtildiği üzere; Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, devlete olan güven duygularını sarsmamak, devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir. (Yargıtay 8. Hukuk Dairesi'nin 22/12/2011 tarihli ve E:2010/508, K:2011/7468 sayılı kararı) Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim, Anayasa Mahkemesi, 12/12/1989 tarihli ve E:1989/11, K:1989/48 sayılı kararında, "Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece, hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmaz bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır." denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin 19/12/1989 tarihli ve E:1998/14, K:1989/49 sayılı karında da aynen; "bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun bir biçimde tüm sonuçlarıyla kesin olarak edinilmiş hakların korunmasının Hukuk Devleti'nin gereği olduğu" vurgulanmaktadır. Aktarılan Anayasa Mahkemesi kararları, iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralının kazanılmış olan hakların ortadan kaldırılmasını önlemek amacıyla getirilen bir kural olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Anayasa Mahkemesi'nin bahsedilen kararları ile aynı yönde olmak üzere Danıştay'ın kararlarında da istikrarlı bir şekilde, "iptal kararlarının geriye yürümeyeceği" kuralının, kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuki istikrarı ve hukuk güvenliğini sağlamak ve kamu idaresini korumak amacıyla getirildiği ve anılan kuralın belirtilen amaca uygun olarak yorumlanıp uygulanması gerektiği görüşü benimsenmiştir. (Danıştay 8. Daire E:1967/153, K:1968/2783; Danıştay 10. Daire E:1996/9928, K:1999/2597; Danıştay 2. Daire E:2004/1545, K:2005/1886; Danıştay 2. Daire E:2004/7423, K:2005/113; Danıştay İDDK E:2007/2326, K:2008/1724; Danıştay İDDK E:2010/2292, K:2013/3366; Danıştay İDDK E:2013/826, K:2015/1654; Danıştay 5. Daire E:2010/6456, K:2013/5790; Danıştay 4. Daire E:2011/2546, K:2011/3384, Danıştay 3. Daire E:2015/31, K:2015/4299)

Belirtilen hukuksal durumun doğal sonucu olarak, bir kanun ya da kanun hükmünde kararnamenin uygulanması nedeniyle dava açmak durumunda kalan ve Anayasa'nın 153. maddesi uyarınca itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurulmasını isteme hakkına sahip olan kişilerin de, olayımızda olduğu gibi, hak ve menfaatlerini ihlal eden kuralın iptal davası veya itiraz yoluyla daha önce yapılan başvuru sonucunda Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş olması halinde iptal hükmünün hukuki sonuçlarından yararlanmaları gerektiği açıktır.
Nitekim 4045 sayılı Kanunun 1.maddesi uyarınca yapılan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasına dayanılarak tesis edilen işlemlere karşı açılan davalarda kesinleşen ret kararları üzerine bireysel başvuru yolu ile Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru üzerine Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu 24/07/2019 tarihli E:2019/73, K:2019/65 sayılı F.Sarman ve T.Duman kararında, 4045 sayılı Kanun'un ve bu Kanun uyarınca çıkarılan Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği'nin kişisel verilerin korunması kapsamında da özel hayata saygı hakkının güvencelerini sağlayacak hükümlerden yoksun olduğu, bu nedenle kanunilik ilkesine uygun olmadığı ve başvurucuların anılan hakkının ihlal edildiği sonucuna varılarak, yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili Mahkemelere gönderilmesine karar verildiği görülmektedir.

Bu nedenle, 4045 sayılı Kanunun 1.maddesinin 2.fıkrasının yürürlükte olduğu dönemde anılan Yasa hükmüne dayanılarak tesis edilen dava konusu işlemin, Anayasa Mahkemesinin sözü edilen iptal kararı ile ortaya çıkan hukuki durum nedeniyle yasal dayanaktan yoksun hale geldiği ve bu bağlamda, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru üzerine vermiş olduğu yukarıda bahsedilen F.Sarman ve T.Duman kararında açıklandığı üzere özel hayata saygı hakkı içinde yer alan kişisel verilerin korunması hakkının somut olayda ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

Öte yandan; Anayasa'nın 129. maddesinin 1. fıkrasında, memurlar ve kamu görevlilerinin Anayasa ve Kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunma yükümlülükleri düzenlenmiştir. Ayrıca, 657 sayılı Kanunda ve kurumların tabi olduğu kendi özel mevzuatında bu sadakat yükümlülüğünün yanı sıra kamu görevlilerine tarafsızlık ve devlete bağlılık yükümlülükleri de getirilmiştir. Sözü edilen Anayasa Mahkemesi kararında da açıklandığı üzere, belirtilen hususlar gözetilerek kamu görevlerine atanacak kişiler bakımından bir takım şartlar getirilmesi ve bu kapsamda kamu görevinde çalıştırılacak kişiler bakımından güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması yönünde düzenlemeler getirilmesi doğaldır. Bu şekilde aranan nitelikler ve kanunda öngörülen kısıtlamalar, kamu hizmetinin etkin ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesi amacına yöneliktir. Dolayısıyla, idarenin kamu görevine atanacak kişilerin tabi olacağı güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması konusunda kanunla temel çerçeveyi ortaya koyan kurallar getirmesi elbette mümkündür.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletlerin milli güvenliğin korunması amacını gerçekleştirmede sahip oldukları takdir yetkisinin geniş olduğunu kabul etmektedir. AİHM, Sözleşme'ye taraf devletin milli güvenliği korumak için yetkili ulusal makamlarına ilk olarak kişiler hakkında bilgi toplama ve halka açık olmayan siciller tutma, ikinci olarak milli güvenlik bakımından önemli kadrolarda çalışmak isteyen adayların bu işe uygunluğunu takdir ederken bu bilgiyi kullanma yetkisi veren kurallara sahip olmaları gerektiğinde kuşku bulunmadığını belirtmektedir. (Leander/İsveç, SB.No: 9248/81, 26/3/1987)

Anayasa Mahkemesinin kararlarına ve AİHM içtihatlarına göre; kamu görevine atanmadan önce kişilerin güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasını öngören kural getirilmesi kanun koyucunun takdir yetkisindedir. Ancak, bu alanda düzenleme getiren kuralların kamu makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde tedbir uygulama ve özel hayatın gizliliğine yönelik müdahalelerde bulunma yetkisi verildiğini yeterince açık göstermesi ve olası kötüye kullanmalara karşı yeterli güvenceleri sağlaması gerekir.

Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesi'nin sözü edilen iptal kararının gerekçesi dikkate alındığında, Anayasa Mahkemesi güvenlik soruşturmasının hiçbir şekilde yapılmayacağını değil, aksine söz konusu Anayasa Mahkemesi kararında, kamu hizmetlerinin özellikleri olduğu ve bu hizmetleri gören idare ajanlarının da özel statülere bağlı bulunduğunun bilinen bir gerçek olduğu, memurlarda yasalarca aranan niteliklerin ve onlar hakkında yasalarda öngörülen kısıtlamaların, kamu hizmetinin etkin ve esenlikli bir biçimde yürütülmesi amacına yönelik olduğu, bu nedenle kamu hizmetine girmede görevin gerektirdiği nitelikler dolayısıyla getirilen sınırlamalar ile ilgili kamu hizmeti arasında gerçeklere uyan, nesnel ve zorunlu bir neden sonuç ilişkisi kurulmasının zorunlu olduğu açıklanmak suretiyle kamu görevlisi olacak kişilerde bir takım koşulların aranmasının ve bu kapsamda ilgililer hakkında güvenlik soruşturması yapılmasının kanun koyucunun takdirinde olduğunun vurgulandığı görülmektedir. Dolayısıyla bahsedilen karar, güvenlik soruşturması detaylarının kanunda gösterilmesi, kişisel verilerin güvenliğine ve özel hayatın gizliliğine ilişkin güvenceleri sağlayan kuralların kanunda yer alması koşuluyla güvenlik soruşturmasının ve arşiv araştırmasının yapılabileceğini ortaya koymuştur.

Diğer yandan; bakılan davada, Anayasa Mahkemesi kararının Resmi Gazete'de yayımlandığı tarihten önce dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğunu tespit eden, dolayısıyla uyuşmazlığın esası yönünden verilen bu nedenle de davacının atanması sonucunu doğuracak nitelikte bir karar (yürütmenin durdurulması ya da iptal kararı) bulunmamaktadır.
Belirtilen hukuki çerçevede konu incelendiğinde, dava konusu işlemin dayanağı yasa kuralının Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilmesi nedeniyle dava konusu işlemin iptali yönünde verilen iş bu kararın, davacının hiç bir işleme gerek olmadan doğrudan kamu görevine atanması sonucunu doğurmayacağı sonucuna ulaşılmaktadır.

Anayasa Mahkemesi kararında belirtildiği üzere yeterli güvenceleri sağlayacak yeni bir yasal düzenleme yapılması durumunda, bu yasal düzenlemeye göre davacının durumunun davalı idarece makul bir süre içinde yeniden değerlendirmeye tabi tutularak, bu değerlendirmenin sonucunda davacının uyuşmazlığa konu kamu görevine atanıp atanamayacağına ilişkin yeniden bir işlem tesis edilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Ayrıca, yeni yasal düzenleme uyarınca yapılacak değerlendirmenin sonucunda davacı açısından yine olumsuz bir sonucun ortaya çıkması halinde, bunun yargısal denetiminin mümkün olması nedeniyle, davacının durumunun yeniden değerlendirilmesi davacıyı güvencesiz bırakmadığı gibi, Anayasa Mahkemesinin aktarılan gerekçesi karşısında bu durum, bir hak ihlali de doğurmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, davacının istinaf başvurusunun KABULÜNE, Ankara 12. İdare Mahkemesi'nce verilen 25/09/2019 tarihli ve E:2019/499, K:2019/1855 sayılı kararın KALDIRILMASINA, 2577 sayılı Yasanın değişik 45. maddesinin 4. fıkrası uyarınca esastan incelenen davada, dava konusu işlemin İPTALİNE,

Uzman Erbaş Atama İptali AYİM Kararı

AYİM 1.Dairesi
20.10.2010; 
E. 2010/681,
K. 2010/1017

Davacı, 27.05.2009 tarihinde Tokat İdare Mahkemesi, 31.05.2010 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde kayda geçen dava dilekçesinde ve cevaba cevap dilekçesinde özetle; 2008 yılı genel atamalarında kadrosu bulunmadığı halde Tokat İl Jandarma Komutanlığı emrine atandığı ve kurtarıcı araç operatörü olarak istihdam edildiğini, 2010 yılı genel atamalarında ise Çukurca 3’üncü J.Snr.Tb.K.lığı emrine atamasının yapıldığını; görev süresinin kesintisiz on yılını Güneydoğu Anadolu Bölgesinde geçirdiğini, jeneratör teknisyeni olarak kendisinden sonraki tarihlerde göreve başlayan personelin bir kısmının ikinci kez 1'nci coğrafi bölgeye atamalarının yapıldığını; atama prensiplerinin dikkate alınmadığını ve mağdur olduğunu; ayrıca 3’üncü J.Snr.Tb.K.lığında jeneratör teknisyeni kadrosunu bulunmadığını belirterek atama işleminin iptaline ve yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Dairemizin 201.07.2010 tarihli kararı ile yürütmenin durdurulması talebinin reddine karar verilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; davacının 1998-2005 yılları arasında Batman İl J.K.lığı, 2005-2008 yılları arasında Şırnak İl J.K.lığı emrinde görev yaptığı, 2008 yılı genel atamalarında Tokat garnizonu ve bağlı birliklerinde jenaratör miktarının fazla olması ve bölgenin kritik olmasından ötürü Tokat İl J.K.lığı emrine atandığı, 2010 yılı (21.05.2010) genel atamalarıyla Hakkari-Çukurca 3’üncü J.Snr.Tb.K.lığı emrine atandığı, 27.05.2010 tarihinde kayda geçen dilekçe ile işbu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

3269 Sayılı Uzman Erbaş Kanunun 1’inci maddesi, “Bu Kanunun amacı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin erbaş kadrolarında devamlılık arz eden teknik ve kritik görevlerde, yetişmiş personel ihtiyacını karşılamak maksadıyla istihdam edilecek uzman onbaşı ve uzman çavuşların temini, hizmet şartları görev ve hakları, yükümlülükleri, astsubay sınıfına geçirilmeleri ile ilgili esas ve usulleri düzenlemektir.“ hükmünü; 16’ncı maddesinin 4’üncü fıkrası ise (işlem tarihi itibariyle yürürlükteki haliyle); “Uzman erbaşların istihdam edildiği kadro görev yerinin herhangi bir nedenle kaldırılması veya bu kadrolarda uzman erbaş istihdam edilmesine gerek kalmaması durumlarında uzman erbaşlar, kuvvet komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından, ihtisas sahibi olduğu diğer birliklerdeki boş olan uzman erbaş kadro görev yerlerine atanabilirler veya başka bir sınıfta istihdam edilebilirler…” hükmünü içermektedir.

Yukarıda serdedilen mevzuat hükümlerinden açıkça anlaşıldığı üzere, uzman erbaşların statüye alınış amacı “erbaş kadrolarında devamlılık arz eden teknik ve kritik görevlerde yetişmiş personel ihtiyacını karşılamak”tır. Dolayısıyla aslolan, uzman erbaşların kendilerine tahsis edimiş (branş ve ihtisaslarına uygun) kadrolarda istihdam edilmeleridir.

Şayet kadro görev yerleri herhangi bir nedenle kaldırılmış veya bu kadrolarda uzman erbaş istihdamına gerek kalmamış ise ancak o zaman ihtisas sahibi olduğu diğer birliklerdeki boş olan uzman erbaş kadro görev yerlerine atanabillecekler veya başka bir sınıfta istihdam edilebileceklerdir. Kuşkusuz bu hususlara riayet edilmek koşuluyla uzman erbaşlar, 3269 sayılı Kanunun 18’inci maddesi uyarınca, sözleşme süreleri içinde değişik bölge ve garnizonlara, Türk Silahlı Kuvvetlerinin hizmet ihtiyacı esas alınmak suretiyle atanma ve yer değiştirme işlemlerine tabi tutulacaklardır. Esasen J.Gn.K.lığı Uzman Erbaş Yönergesinin 3’üncü Bölüm, 12’nci maddesinin "2'nci grup garnizonlarda boşalan kadro görev yerleri ve ihtiyaç miktarı kadar, 1’inci grup garnizonlarda görevli uzman erbaşlardan isteğe bağlı kalınmaksızın atamaları yapılır.... / 1’inci ve 2’nci grup garnizonlara atamalarda personel, branşları (Jen.Tek., İş.Mak.Oprt.,Ağr.Arç.Şf.,Köpek Oprt. vb.) içerisinde değerlendirilir." hükmü dahi atamalarda branşların esas alınacağını, diğer bir anlatımla uzman erbaşların branşlarına uygun kadrolara atanacağını ifade etmektedir.

Yukarıda belirtilen açıklamalar ışığında dava konusu işlem değerlendirildiğinde; davacının, davalı idare tarafından aksi ileri sürülmeyen iddiası ve dilekçesi ekinde sunduğu Karargah ve Destek Bölük K.lığı “Bölük Karargahı” kadrosuna göre, davacının atandığı birlikte “jenaratör teknisyeni” kadrosu bulunmadığı anlaşılmaktadır. Davalı idare, davacının atanma nedenini “1’inci grup garnizonlardaki (27) jeneratör teknisyeni kadrosunda (11) uzman erbaş, 2’nci grup garnizonlardaki (31) jeneratör teknisyeni kadrosunda ise (38) uzman erbaş olmak üzere toplam (58) jeneratör teknisyeni kadrosunda (49) uzman erbaşın istihdam edildiği; 2’nci grup garnizonlarda bulunan iç güvenlik ve sınır birlikleri ile teşkil edilen üs bölgelerinde fazla sayıda jeneratör kullanımına ihtiyaç duyulduğundan toplam (49) jeneratör teknisyeni uzman erbaşın (38)’inin bu garnizonlarda istihdamına gerek duyulduğu; 2010 yılı genel atamalarında, 2’nci grup garnizonlarda görevli (40) jeneratör teknisyeni uzman erbaştan, bu bölgedeki birliklerde 5 ila 11 yıl süre ile görev yapan ve 1’inci grup garnizonlara atama talebinde bulunan (toplam 11) jeneratör teknisyeni uzman erbaşın 1’inci grup garnizonlara atanması için 1’inci grup garnizonlarda 2008 yılında göreve başlamış ve iki yıllık görev süresini dolduran jeneratör teknisyeni uzman erbaşların tamamının 2’nci grup garnizonlara atandırıldığı” gerekçesine, yani 2’nci grup garnizonlardaki jeneratör teknisyeni (hizmet) ihtiyacına dayandırıyor ise de; görüldüğü üzere 2’nci grup garnizonlarda (31) jenaratör teknisyeni kadrosuna karşılık (38) personel bulunmaktadır. İdare, hizmeti en etkin şekilde yürütmek için hangi vazifeyi hangi branştan ve kaç kişiyle gördürmesi gerektiği yönündeki takdir yetkisini personel kadrosu ile önceden belirlemekte ve bir anlamda takdir yetkisini objektifleştirmektedir. Eğer hizmet 2’nci grup garnizonlarda daha fazla sayıda jeneratör teknisyeni uzman erbaş istihdamını gerektiriyorsa kadronun işlemden önce, buna göre düzenlenmesi gerekmektedir. 

Sonuç olarak, jeneratör teknisyeni olan davacının atandığı Çukurca 3’üncü J. Snr. Tb. K.lığı’nda jeneratör teknisyeni kadrosu bulunmadığından işlemin iptaline karar vermek gerekmiştir. 

Açıklanan nedenlerle; Hukuka aykırı bulunan işlemin İPTALİNE,

1